Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi*

07 Şubat 2016 Pazar

Can Yücel’in bu sözlerini sık sık başlık yaptığım olmuştur, şimdi de zamanı geldi: “Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi.” Bu başlığı atmamın nedeni, hamasi sözlerden, abartılan durumlardan sıkılmış olmam ve bir yazar olarak tanıklıklarımı, bildiklerimi artık kendime saklamadan yazmak istememdir.
Malumunuz, ülkemizin Güneydoğusu’nda bir çatışma hatta bir savaş hali yaşanıyor. Hepiniz bilirsiniz bu satırların yazarı “halkların kendi kaderlerini tayin etme” hakkına inanan bir sosyalisttir. Ancak bu hakkın kullanımı için, hep birlikte mevcut şartları ve gerçeklikleri konuşmak, tartışmak zorundayız. Öncelikle bu durumun bir iç savaş olmadığını söylememiz gerek. İyi ki değil, çünkü iç savaş, toplumun farklı kesimlerinin birbirleriyle savaşma halidir. Güneydoğu’da bu durum söz konusu değil. Orada devlet güçleriyle, artık Kürdistan için bağımsızlık isteyen güçler savaşıyor. Bu savaşta da devletin orantısız bir güç kullandığını da belirtmek isterim. Ancak olay barış zamanından başlıyor. Türkiye Cumhuriyeti istihbarat örgütleri, bildikleri halde PKK güçlerinin kentlere silah yığmasına göz yummuşlardır. Neden? Bu soru hemen hepimizin kafasını karıştıran bir sorudur. Nasıl oluyor da bir ülkenin istihbaratı ve güvenlik güçleri “terör örgütü” tanımlamasını yaptıkları bir örgütün kentlerde silah yığmasına müdahale etmemiştir? PKK barış süreci olmasına, silahların aşamalı olarak bırakılmasına “evet” derken bu yığmayı neden yapmıştır? Neden PKK’nin Kandil’deki yöneticileri, HDP büyük bir atılım yapıp, aşağılık baraj sistemini aşınca, “bu işler böyle olmaz” demeye başlamıştır? Neden HDP’nin bu başarısının çok kıymetli olduğunu kabul etmemişlerdir?
“Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi” sözünden yola çıktık ya, devam edelim. Cumhurbaşkanı’nın “süreci bitirdim” dediği anda, neden gene son derece kıymetli olan “özerklik” kavramı hiçbir altyapısı olmadan Güneydoğu’daki yedi ilçede birden bire ortaya atılmış ve öz savunma birlikleri devletin savaş ilanını adeta canı gönülden kabul etmişlerdir? Bu “canı gönülden kabul ediş”te hiç kuşkusuz, bölgedeki yaşayan tüm Kürt nüfusunun savaşa gireceği, savunma yapacağı bilgisi öngörülmüştür. PKK kendisinin güçlü olduğu yerlerde, 14-19 yaşında genç insanları silahlandırarak öne sürmüş, arkadan tüm halkın katılımını beklemiştir. Bu olmadı. Topyekün bir kalkışma olmadı. Ve çatışmalar uzadığında, açıkça söylememiz gerekir, bölge halkı PKK’nin ısrarını ve onlarca sivil yurttaşın neden öldüğünü sorgulamaya başladı. Öte yandan çatışanlar arasında ölüm kutsallaştırıldı. Bütün bunlar olup biterken gene yoksul çocukları direniş uğruna öldü, gene yoksul çocukları vatan uğruna öldü.
Uykusuz geçen bir Diyarbakır gecesinde karanlık ve çürük bir diş gibi görünen Sur’a bakarak bunları düşündüm. Çok değil yedi ay önce Sur’da dolaştığımda, konuştuğum gencecik çocuklar aklıma geldi. Biri şöyle demişti: “Kürdistan kurulduğunda ben de pilot olacağım.” Belki de o gencecik çocuk çatışmalarda öldü, pilot olma hayali bir rüzgârla birlikte sonsuza karıştı.
Ben bir yazar olarak, gördüklerimi tanıklıklarımı anlatmaya çalıştım. Sorular sordum. Çünkü bu ülkeye vurgunum; denizlerine, yaylalarına, Mezopotamya’nın kadim topraklarına vurgunum ve içim acıyor, ağlayarak uyanıyorum, Sur’da gördüğüm o hemşire kız şimdi nerede? Bana yemek sunan Havva Hanım ne yapıyor? Siz de bu soruları sorun ve ne olursa olsun gerçeği bulmaya çalışın. İki gündür Assos’tayım, bu yıl Felsefe Sanat ve Bilim Derneği’nin 16’ncısı yapılan Assos Felsefe Günleri’nde, “Özgürlük ve Adalet” kavramlarını tartışıyoruz. Yaklaşık genç-yaşlı üç yüz kişi yeni bir şeyler öğrenmek ve bunu kendi ve ülkemizin yaşamına aktarmak için buradayız. Sizlere daha sonra yapılan tartışmaları aktaracağım, çünkü henüz her şey bitmedi.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Alay ettiler... 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları