Assos'ta 'dünya kadar eski' sorular

10 Şubat 2016 Çarşamba

Her yıl şubatı iple çekerim. Çünkü benim için şubat Assos’ta Felsefe Günleri demektir. 16 yıldır iki günlüğüne felsefeciler ve felsefeye gönül verenler Assos’ta buluşur dünya kadar eski konuları yeniden masaya yatırırlar. Konular kimi zaman din, kimi zaman cinsellik, kimi zaman hukuk, kimi zaman da bu yıl olduğu gibi “Özgürlük ve Adalet” olur.

Başlayalım; bildiğiniz üzere felsefe bir tartışma bilimidir. Tez antitez düzeyinde gelişir. Bu anlamda diyalektiğin en iyi uygulandığı bir bilim dalıdır. Felsefe tıpkı matematik gibidir, açıklayıcıdır. Bunda birleştikten sonra gelin hep birlikte Assos’a gidelim. Assos’taki Antik Yunan’dan günümüze kalan Athena Tapınağı, ünlü filozof Aristo’nun sürgüne geldiğinde öğrencilerine ders verdiği bir mekândır. Bu nedenle Assos’a girerken sizi Aristo’nun heykeli karşılar. Ama ne yazık ki, bu yıl Aristo heykeli yerinde değildi. Tamire gitmiş. Çünkü belli ki bir yaman yiğit (!) bir gece vakti, elinde çekiç Aristo’nun heykelinin yanına varmış ve büyük bir iştahla Aristo’nun yukarı doğru kaldırdığı elinin orta ve yüzükparmağını kırıp, kurt işareti yapan yeni bir Aristo yaratmış. Ne yazık ki bu yaratıcılık yıllardır, Aristo sayesinde ekmek yiyen köylüleri kızdırmış, heykel tamire gönderilmiş.

Kapkara lüks arabalar

Gelelim Felsefe Günleri hangi atmosferde yapılıyor? Şöyle sahilde biraz ilerlediğinizde karaya vurmuş uyduruk bot parçaları hemen gözünüze batıyor. Bölge Midilli’ye en yakın nokta olduğundan insan ticareti alıp başını gitmiş. Tabii bu insan ticareti salgını öyle bir salgın ki, civar köylülerin, kıyıda tarlaları olan insanların katıldığı bir ortak rant haline dönüşmüş. Ve ansızın Assos’a gelen pencereleri kapkara lüks arabalar öyle bir artmış ki, yol sürekli tıkanır olmuş.

Deformasyon...

Doğrusu durum bu olunca beni ciddi bir merak sardı. Evet bir yanda yanı başındaki insan ticareti, öte yanda ülkenin içinde bulunduğu kaos. Acaba bu yıl Felsefe Günleri’ni nasıl etkileyecekti! Sonuçta konu “Özgürlük ve Adalet!” Baştan söylemeliyim, Felsefe, Bilim ve Sanat Derneği’nin başkanı ve bu toplantıların düzenleyicisi Örsan Öymen ve arkadaşları çok önemli bir iş yapıyorlar. En azından felsefenin bayrağını yere indirmiyorlar ama bu yıl gördüklerimi de yazmadan edemem. En önemli eleştirim, ülkenin bu durumunda felsefenin daha aktif, daha öğretici daha yol açıcı bir tartışmalar yumağına çevrilmesi gerekirdi. Ne yazık ki bilmiyorum neden, dinleyici çok aktif değildi. Bunda felsefecilerdeki önemli bir meslek deformasyonunun rol oynadığını düşünüyorum. “Ben böyle düşünüyorum”, “sunumunu yaptığım filozofun düşünceleri böyle” denildiğinde ki bu, konuşmacılar tarafından sık sık söylendi. Dinleyici, karşı oluşunu ya da itiraz edeceği noktayı tam anlamıyla ortaya koyamıyor. Nelerden söz edildi ona geçelim. Malumunuz “Özgürlük ve Adalet” zor konular bir de buna her görüşteki felsefecinin eklediği bir başka kavram daha var ki buna da “eşitlik” deniyor. Açılış konuşmasını yapan, Örsan Öymen, “Özgürlük, Adalet ve Cesaret” başlıklı bir sunum yapmayı seçmişti. Bu sunumda özgürlük, insanın kendi arzularını ve isteklerini yapabilmesi hali olarak belirtildi. Adalet ise asla soyut bir kavram değildi. Sınırları büyük çoğunlukla erki elinde bulunduranlar tarafından tariflenen somut kanunlara dayanan bir olguydu. Ve cesaret!

Adalet mülkün temelidir!

Bu arada Örsan Öymen’in mutluluk üstüne söyledikleri değerliydi. Hani toplumda sürekli bir mutluluk arama hali var ya, herkes mutlu olmaya çalışıyor ya, işte ona bir göndermeydi. Mutluluk sürekli olamaz, sürekli mutlu olanlar -bu benden- sadece delilerdir. Benim ve çevremdeki hemen herkesin zaman zaman onlara imrendiğini de eklemeliyim.

Şimdi gelelim, beni en etkileyen metne ve felsefeciye. Doğan Göçmen, Dokuz Eylül Üniversite’sinden. “Thomas Hobbes’te İnsan, Adalet ve Özgürlük” başlıklı bir metin sundu. Thomas Hobbes, 17. yüzyılda yaşamış, zamanına göre anarşist bir felsefeci. Devlet nedir? İnsan nedir gibi sorulara kafa yoran biri. İnsanların rekabet duygusuyla hareket ettiğini kabul ediyor. Ve “insan insanın kurdudur” (Homo homini lupus) kavramını ortaya atıyor. Mülkiyeti savunuyor ve bunun yaşaması için bir devlet ve kurallar olmalı, diyor. Hani bizim mahkeme binalarımızda tam tepeye yazılı bir söz vardır. “Adalet Mülkün Temelidir.” İşte bunun felsefesini yapıyor.

Yaşamı üçe ayırıyor. Birinci dönem, “rekabetin en acımasız biçimde uygulandığı, insanın insanı öldürdüğü, korkunun ve kuşkunun egemen olduğu dönem. İkinci dönem devletin ve kanunların ortaya çıktığı dönem; üçüncü dönemse eşitliğin sağlandığı, sonsuz barışa evrilme hali. Peki, bu sonsuz barış sağlanabilir mi? Elbette bu bir fikir; olgular bunun aksini gösterse de fikir yaşamaya devam ediyor. Belki de barışa inanmamız, Thomas Hobbas’un söylediği gibi fikirlere kurşun işlemediğindendir.

Kötülüğün sıradanlaşması

Burada Türkiye’de yapılan önemli bir araştırmadan söz etmek gerekiyor. Türk insanı adaletten önce, eşitlik istediğini belirtmiş. Eşitlik çok tartışılan bir kavram. Eğitim eşitliği, kültürel eşitlik, yaşam hakkı eşitliği... bu böyle gidiyor. Ve eşitlik tam sağlanabilir mi? “İnsanlar eşittir” olgusu en çok sosyalizmin meselesi olarak ortaya çıkıyor, konuşmacılar da böyle söylüyor. Ve hemen ekliyorlar, bir fikrin uygulanmasındaki kötülük, eksiklik o fikri geçersiz kılmaz. Bu çok tartışmaya açık bir durum. Çünkü aynı şeyi dinler için de söylemek mümkün.

Felsefecilerimizin sunumları, tartışmaları devam ediyor. Ortadoğu Teknik Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden Barış Parkan’ın “Adalet ve Özgürlük Savaşımında Güç Fetişizmi” metni bana sürekli günümüz Türkiye’sini anımsattı. Güce tapma, adalet ve özgürlük duygusunu kör ediyor. Buna da “kötülüğün sıradanlaşması” diyoruz.

Evet, felsefede tartışma bitmez. Assos’ta bu kez orta yaş grubu yerine gençler çoğunluktaydı. Ama bir durum dikkatimi çekti. Aktif değillerdi. Soruları azdı. Neden? İşte yeni bir tartışma konusu. Neyse ben biraz gözlerimi, kulaklarımı, ağzımı kapatıp güneşin ve denizin türküsüne kulak vereyim. Ama o da ne, deniz eskisi gibi değil, ölen çocukların, kadınların sesleri, görüntüleri bir gökkuşağı olmuş, bir acılı ağıt olmuş, nafile duyuyorum. Diyorum ki kendi kendime “sen Türkiyeli bir insansın, gözlerini kapatamazsın, sesini kısamazsın, kulaklarını tıkayamazsın! Hepimiz gibi.”

Felsefe bitmez

Yolcu yolunda gerek, İstanbul’a dönüyorum. Assos Felsefe Günleri’ne otelini açan kırk yıllık dostum Hilmi Selimoğlu bana sesleniyor, “Bir haftalığına gel, insan kaçakçılığını kendi gözlerinle gör” diyor. Başımı sallayıp yola koyuluyorum. Yolda Cizre’deki ölümleri öğreniyorum. Bir an her şey anlamını yitiriyor.

Assos’ta akşamları da tartışmalar sürüyor. Ben de bildiğim kadar tartışmalara katılıyorum. Yukarıdaki fotoğraf da bunu kanıtlıyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Alay ettiler... 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları