Çifte standart

13 Şubat 2016 Cumartesi

Yeni Akit ve Yeni Şafak gazetelerinin önceki gün uğradıkları silahlı saldırıyı şiddetle kınıyorum. Bu iki gazetenin kimi yöntemlerini, örneğin, kişileri hedef göstermelerini hiçbir zaman içime sindiremedim. Ama onların bu davranışları ile uğradıkları saldırı arasında bir neden sonuç ilişkisi oluşturmam hiçbir zaman ve uğradıkları saldırıyı basına yöneltilmiş bir girişim olarak her zaman kınarım. Nitekim herkes de öyle yaptı. Çünkü yayınlarının içeriğini beğenelim ya da beğenmeyelim, basına yapılan saldırının hep karşısında durmak gerek, tıpkı 6 Eylül 2015 günü Hürriyet’e yapılan ve başını AKP Gençlik Kolları Başkanı Abdurrahim Boynukalın’ın çektiği saldırı gibi.
Bu olay karşısında iktidar olan AKP’den beklenen, saldırganlar hakkında gerekli girişimleri yapması, başını çektiği saldırıyı, “dokunulmazlığı kırıyoruz” diyerek savunan Abdurrahim Boynukalın’ı cezalandırması, bulunduğu makamdan uzaklaştırması olmalıydı, değil mi?
Ne gezer!
Olayın üzerinden daha üç ay bile geçmeden Boynukalın, Gençlik ve Spor Bakanı Yadımcılığı’na atanıyordu.
Bunlar olurken, Ahmet Davutoğlu başbakan, Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı idiler.
Her ikisi de Yeni Akit ve Yeni Şafak’a yapılan saldırıyı kınadılar. Ama basın özgürlüğü konusunda söylediklerinin inandırıcı olması için, Hürriyet’e yapılan saldırıda da ilkeli tavır almaları gerekirdi.

*** 

Basın özgürlüğü konusunda inandırıcı olmak için Can Dündar ve Erdem Gül’ün içeride bulunmalarına karşı çıkmak gerekir. Yoksa bir yandan “onlar orada gazetecilikten değil, casusluktan yatıyorlar” diyeceksiniz, bir yandan demeçlerinizle basın özgürlüğünü savunuyor görüneceksiniz. Bu kabul edilebilir bir davranış değil, düpedüz çifte standart uygulamasıdır ki insanı isyana sürükler.
Ne var ki demokrasilerde çifte standart uygulamasının yaptırımı yoktur, ama sınırları denetlenmemiş, ölçüsü kaçan tepkinin vardır. Yani yöneticiler istedikleri çifte standart uygulamasını, ikiyüzlü davranışı sergileyebilirler, ama herhangi bir vatandaş bunlara yalan veya ikiyüzlülük diyemez hakaretle suçlanıp hapse girme riskini göze almadıkça.
Yani, Silivri’de yatanların hepsinin bağımsız yargının tutuklama ve mahkûmiyet kararları sonucunda orada olduklarını iddia etmek sebesttir de, bunu söyleyene yalancı demek, basın mensuplarının tutuklanma veya mahkûmiyetleri konusunda yargıçlara baskı yapanların ikiyüzlü olduklarını söylemek suçtur.
Tabii bu söylediklerim daha çok azgelişmiş demokrasiler için geçerlidir.
Bununla birlikte, azgelişmiş “demokrasimiz(!)”de görünen kimi arazın gelişmiş demokrasilerde de var olduğunu kabul etmemiz gerek.

***

Nitekim bunlardan birine, demokrasinin evrensel örgütü olduğu söylenen Birleşmiş Milletler’de geçen gün tanık olduk.
Suriye’deki son gelişmeler üzerine BM’nin geçen günkü oturumunda şu talep dile getirildi:
-Türkiye sınırlarını açsın!
 El insaf!
Türkiye’de şu anda 2.5 milyon Suriyeli göçmen bulunuyor.
Türkiye kısıtlı olanaklarıyla bunların barındırılması, beslenmesi, tedavi edilmeleri eğitimleri ve nihayet istihdam edilmeleri yükümlülüklerini üstlenmiş durumda.
Ortada bir insanlık dramı var. Çözümü de bütün insanlık elbirliği ile bulmalı. BM’ye düşen, yükün uluslararası hakça paylaşılmasının çözümünü üretmek.
Oysa BM Türkiye’ye çağrı yapıyor:
-Sınırını aç!
Gelişmiş ülkeler ve AB bu arada daha da ileri gidiyorlar ve Türkiye’ye sesleniyorlar:
-Bu göçmenleri al, barındır, bak... Ama bırakma, bize gelmesin! Gelirse de geri gönderirim. Alacaksın haa!..
Çifte standardın, ikiyüzlülüğün açıkgözlülüğün bu kadarı Tayyip Bey’i de isyan ettirdi ve açtı ağzını:
-Ey Birleşmiş Milletleerr!..
Doğrusu dinlerken çok güldüm. Yüreğim yağ bağladı...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları