Hikmet Çetinkaya

Canım acıyor canım...

16 Şubat 2016 Salı

Türk Silahlı Kuvvetleri, YPG’nin iki gün önce Rusya, ABD ve Suriye’nin desteğiyle ele geçirdiği Miniğ Hava Üssü’yle Maranas köyünü Kilis’te konuşlanan “obüslerle” vurduğu saatlerde, kafamdaki sorulara yanıt arıyordum...
Acaba bir savaş çıkar mı?
Kafamdaki sorular elbet “savaş çıkar mı”yla sınırlı değildi.
Türkiye niçin bir barış ülkesi olamıyor, komşularıyla ilişkilerini giderek çıkmaza sokuyor, bir dönem “kardeşim Esadderken, neler değişiyor da “düşmanım Esad” oluveriyor?
Suriye’deki “despot rejimden” ve “iç savaş”tan kaçan neredeyse 3 milyon mülteciye kucak açan bir ülke olarak aklı, vicdanı kendi elleriyle boğuyor benim ülkem?
Dışarıya karşı insanlık, içeride düşmanlık!
Bu da yetmiyor...
Kin, nefret, intikam duyguları, ötekileştirme...
TIR’lar, tırlamalar, paralel maralel yapı...
Yahu arkadaş sen dün ne yazıp ne söylüyordun, bugün tam tersini sunuyorsun yemek servisi yapar gibi önümüze.
Bir tarafımızda Rus ruleti, öbür tarafımızda ABD...
Katarlı, Suudili dostlar, İncirlik Hava Üssü’nden kalkan uçaklar...
Söyler misiniz neyi, nereye koyacağız?
Ülkemin bir bölgesi yangın yeri...
Silahsız sivil Kürtlerin ayakta kalma mücadelesine, acısına, yaralarının sarılmasına, kederine ortak olmak gerekmez mi?
Keskin nişancılar, PKK terörü, kazılan hendekler, barikatlar, yoksul insanlar, bölgede başlayan yoğun göç şu soruyu da aklıma getiriyor:
“90’lı yıllara geri mi dönüyoruz?”

*** 

Şubat ayazı vuruyor çocukların yüzüne...
Korku kol geziyor, öğleden sonra tüm dükkânlar kapanıyor, halk evlerine çekiliyor...
Bir sessizlik, hüzün çöküyor kentlerin üzerine.
Gazetecilerin, bilim insanlarının, sosyal medyayı kullananların üzerine gidiliyor; bir katliamdan sonra yayın yasağı konuluyor; iktidar koltuğundaki yasalarla donanmış, zırhlanmış kişilere dokunduğunuz zaman işiniz bitiyor:
“Hakkında suç duyurusu var, haydi savcılığa!”
3040 yıldır mahkemelere taşınıyoruz...
Davalar birbirleriyle yarışıyor...
İktidar koltuğunda oturanlarla birlikte yürüyenler, eskiden “cemaat”, şimdilerde “FETÖ’cü” denilenler suç duyurusunda bulunurlardı, günümüzde ise ülkeyi yönetenler bulunuyor.
Can Dündar, Sevgililer Günü’nde “Aşk direnmektir” derken her şeyi yerli yerine koymuştu yazısında.
Erdem Gül de benzer yazılar yazmıştı önceleri...
Can, benim de daha önce yazdığım Fucik’i anlatırken, bir direnişçinin ağır işkencelerden geçtiği zindandaki hücresinden küçük kâğıt parçalarına yazdığı anılar yumağını, bir komünistin direnme gücünü hayatın gölgesine koymuştu.
Ve ben dün sabah parmakları buz tutan, üşüyen, aç kalan çocukları düşündüm... Hücrede tek başına yatan Fucik’in yazdığı Celâl Üster’in dilimize çevirdiği “Darağacından Notlar”ını (Yordam Kitap) üçüncü kez okurken mahpusluk günlerimi anımsadım.
Evet aşk direnmektir, her koşulda...

*** 

Türkiye Miniğ Hava Üssü’nü ve Maranas köyünü vurdu...
Türkiye savaşa girer mi, girmez mi?
Savaşa karşıyım, savaş bir yıkımdır!
Hayatın sayfalarını karıştırıyorum sabahın ilk saatlerinde...
26 bin nüfuslu idil’de hayat durmuş, ilçede yaşayanlar güvenli köylere sığınmış...
Haberlere bakılırsa 24 bin kişi kaçmış İdil’den...
Böylece nüfus iki bine inmiş...
İstanbul’a bakalım bir de...
Kahveler silahlarla taranıyor, masum insanlar ölüyor, yaralanıyor.
Şubat ayazı kötü vuruyor kötü...
Bir süre önce anlattığı saatin akrep ve yelkovanı, geçen saniyeler, dakikalar, saatler bizi bir bilinmezliğe doğru sürüklüyor.
Benim canım acıyor canım!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları