Yaşatmak!

22 Şubat 2016 Pazartesi

Geçen hafta Ankara yeni bir terör acısı yaşadı.
Suriye’nin uzaktan ağır top ateşi altında tutulduğu sırada, o ateş kararının verildiği Genelkurmay karargâhının avlusunda patlayan terör, onca insanı yok etti; yaraladı; dahası topluma can korkusu saldı. Bu olaydan uzun soluklu dersler çıkarılması, kısa dönemde de ülkenin bir savaş çılgınlığına sürüklenmesinin engellenmesi gerekiyor.

İnsan ucuzlayınca
Terör, insanın gerçek değerini kavrayamamaktan kaynaklanıyor. Bu açıdan son olayı açıklamanın anahtarı ya da patlamanın sırrı, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyetin Kuruluşu yıllarında Türkiye’nin gerçekten kalbi olan Ankara’nın nasıl olup da bu noktaya geldiğinde saklıdır.
O yılların ezilen dünya halklarının umut ışığı olan Ankara’sında ulusun kurtuluşu için yapılmadıkça savaş cinayettir diyen bir dünya görüşü geçerliydi; “yurtta barış, dünyada barış” kararlılığı özümsenmişti; insanı aklını eğiterek özgürleştirmeye ve böylece insanın kendi alınyazısını yine kendisinin yazması için çabalayan; halkçı, yani, hak sahibi olmayı emek vermeye bağlayan; hukuk önünde hiç kimseye üstünlük tanımayan ve kadın erkek eşitliğini ilke edinen, özetle insana insan değeri veren düşünce ülkeyi yönetmekteydi.
Temeli insan olan bu değerler yıllardır adım adım aşındırıldı; şimdiki Ankara’nın dünya görüşünde yer bulamıyorlar. Şimdiki Ankara’da geçerli dünya görüşünü bir din görevlisinin cenaze namazında 78 milyon şehit olmaya hazırdır sözleri özetliyor.
Oysa ölüme övgü insan değerini hiçe saymanın bir başka adıdır. İnsan değeri hiçe sayılınca da yaşamın anlamı kalmaz; insana saygı doğmaz; yaşamı değersizleştirilen insanın da başka hiçbir şeyi, özellikle de düşüncesi önemsenmez; hiçe sayılır.
Ülkenin bugün içinde bulunduğu terör ortamının kökeninde insanı ucuzlatan, yaşamın değerini sıfırlayan, ölüm sonrasının değerini yücelten bu anlayışın geçerliliği yatıyor.

1 Mart duyarlılığının doğruluğu!
Bir hafta sonra 1 Mart, Irak savaşı henüz başlamadan ABD askerlerinin Türkiye’de konuşlanmasına olanak sağlayacak olan “tezkere”nin 2003’te TBMM’den onay alamadığı günün yıldönümüdür.
O zamanki CHP Grubu’nun tek vücut olarak karşı çıkması ve onlara bir kısım AKP milletvekillerinin katılımıyla Türkiye’nin Irak savaşı bataklığına düşmesi engellendi; gerçekten tarihi bir sonuç alındı.
Yeniden Ankara olayına dönersek; yıllardır terör cinayetlerinin üzerindeki karanlık, siyah örtü bir türlü aralanmıyordu; gerçek suçlular ortaya çıkmıyordu. Bu kez asıl suçlu ve ona yardımcı olanların olayın üzerinden daha 24 saat geçmeden yakalanmış olmaları, kimi istihbarat uzmanlarının açıkladığı gibi, kuşku duyulacak kadar şaşırtıcıdır.
Geçen günlerde Cumhurbaşkanı “Sabrımız taşıyor, ben tezkerenin onaylanmasını istiyordum; tezkere geçseydi Irak savaşının sonucu çok farklı olurdu” diyordu.
1 Mart 2003’te doğru olan bugün de doğrudur; son Ankara olayı karşısında soğukkanlı kalmak; kaynağı belirsiz kışkırtmalara gelmemek ve olayın, ulusal yönetim yetersizlikleri ve olası uluslararası bağlantıları dahil, tüm yönleri sağlıklı bir biçimde ortaya çıkmadan bir delikanlılık değil, kesinlikle bir delilik olacak savaştan kaçınılması gerekir.
Bu, yaşam ile ölüm farkıdır!
Bu toplum barış içinde yaşamak ve Artvin halkının Cerattepe’de doğasına insanca sahip çıkmasının bir kez daha kanıtladığı gibi yaşatmak istiyor.
Bu nedenle ülkenin Suriye’nin ölüm bataklığına sürüklenmesine karşı çıkılması gerekiyor. Bir kez daha, gün barışı savunmak, insanı öldürmek için değil, yaşatmak için savaşmak günüdür!
 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yerelde yeşermeli 25 Mart 2019

Günün Köşe Yazıları