Meriç Velidedeoğlu

Ne denebilir ki?

04 Mart 2016 Cuma

Geçen hafta “24 Şubat” günü, gazetemiz “Cumhuriyet”in, “50 yıllık” yazarı “Hıfzı Veldet Velidedeoğlu”nun aramızdan ayrılışının “24.” yılıydı.
Gerek bugünü anımsayıp anımsatan “Aydınlık” yazarı “Mustafa Mutlu”ya, gerekse özenle hazırlanmış bir izlence (program) ile anan “Ulusal Kanal” televizyonuna teşekkürlerimi sunarım.
“TV”deki anmanın önemli bir bölümünde, gündemdeki yeni anayasa konusu dolaysiyle, yazılımı baştan sona Velidedeoğlu’nun kaleminden çıkan “1961 Anayasası” ele alındı; ama önce Velidedeoğlu’nun “Cumhuriyet”teki yazarlığı’na ve “yasa dili”nin yani “devlet dili”nin “Türkçeleştirme” uğraşısına yer verildi.
Cumhuriyet’in kurucusu “Yunus Nadi”nin, Anadolu’ya “Aydınlanma”yı getiren “1923 Atatürk Devrimi”ni, yaşanan toplumsal olayları, özellikle de “Aydınlanma”ya karşı bir direnişin başlatıldığı siyasal ortamı topluma anlatması için yaptığı çağrıyla “3 Mayıs 1942” günü başlar hemen hemen1992’lere dek sürer Velidedeoğlu’nun Cumhuriyet’teki “yazı yaşamı”.
Yunus Nadi, Doğan Nadi, Nadir Nadi’den daha uzun süre yazıp, onlarla birlikte Cumhuriyet’in sorunlarına, iktidarlarca engellemesine direne direne, çözümleriyle de iç içe olarak bu yaşamı “50 yıl” boyunca sürdürecekti “Hıfzı Veldet”.
Ne ki, “24 Şubat” günü gazetesi onu, başparmağın ucu büyüklüğündeki bir “resim” ve “doğdu, öldü, Cumhuriyet’te yazdı” dercesine iki satırlık bir yazıyla anacaktı “Tarihte Bugün” köşesinde, tıpkı böyle andığı yüzlerce kişi gibi...
Oysa, “Cumhuriyet”in bir geleneği vardı, yıllarca süren; bir sap karanfille de olsa mezarı başında anmak, yapılan küçük töreni resimle birlikte haber olarak okuyucularıyla paylaşmak...
“Peki, ne değişti ki Cumhuriyet’te, gazetemize hiç de yakışmayan böyle bir anmayı uygun gördü” diye sormaya bilmem gerek var mı değerli dostlar?
“1980”li yılların başında bir gün Nadir Nadi, Velidedeoğlu’na: “İyi ki, ikinci sayfaya geçtiniz, orada tam bir ‘halk kürsüsü’ kurdunuz!” diyerek, “40 yıllık” emeği değerlendirmesini düşündüm, “24 Şubat” günü “Simgesel Eylem Grubu”ndan kimi dostlarla “CHP” örgütünden “Saniye Yurdakul”la birlikte Velidedeoğlu’nu yanı başında anarken.
Nadir Nadi’nin yaptığı “Halk Kürsüsü” vurgulamasını izleyen bir değerlendirme de, ülkemizin türlü köşesinde alınan kararlarla Velidedeoğlu’na “Anadolu Aydınlanmacısı” orunu (payesi) verilerek ortaya kondu.
Sanırım bu değerlendirmelerin dayandığı en önemli çalışmalarından biridir, halkına seslenen devletin ne dediğini toplumun anlayabilmesi için “yasa dili”nin Türkçeleştirilmesi. Velidedeoğlu’nun pek çok engeli aşarak gerçekleştirdiği bu çabasının boyutunu bir örnekle görelim; “17 Şubat 1925”te kabul edilen “Medeni Kanun”da yer alan bir madde: “Mürtehin merhun üzerindeki zilyedliğini ve merhuna Vaz’iyet eden üçüncü şahıslardan mutalebe (...)” yarıda kestim, sonuna dek okumaya bile insan dayanamıyor; yalnızca bu bir örnek yeter sanırım, Velidedeoğlu’nun başlattığı Türkçeleştirme çığırının değerini kavramaya.
Evet, sıra geldi “Evren Paşa”nın, “Bu elbise bize bol geldi!” (1980) dediği “1961 Anayasası”na.
Bu “1961 Anayasası”ndan kesilip biçilerek aktarılmış kimi kurallarla oluşturulan, yine de beğenilmeyince kapsamlı bir budama geçiren “1981 Anayasası”nı çöpe atıp, yeni bir anayasa yapmak için iktidar, daha doğrusu devletin tepesindeki “R.T. Erdoğan” kolları sıvadı.
Aslında Erdoğan’ın hedefinde olan, “1961 Anayasası”nın getirdiği özellikle yönetimle ilgili çağdaş ilkeleri kökünden yok edip “gömmek”.
Bunların başında gelen “erkler ayrımı”, ilk kez “1961 Anayasası” ile yaşama geçirilmişti; amaç “tüm güç”ün “tek elde” toplanmasını önlemek, böylece “kontrolsüz güç” duruma gelişi engellemek; yine de demokrasilerde, örneğin “seçim kazanmış” olması dolaysiyle “milli irade”ye dayandığını ileri sürüp, “kontrolsüz güç”ü deneyenlerin önlenmesi için, başta “Anayasa Mahkemesi” olmak üzere “Danıştay”, “Sayıştay”, Yargıtay” gibi bağımsız anayasal kurumlar oluşturulmuş ve bunlar “1961 Anayasası”nda yer almıştı.
Haklı olarak, “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu!” demeden önce, “1961 Anayasası”nın, “Hukuk Devleti” yanında “Sosyal Devlet”i birlikte ele aldığını, bu yapılanmanın “yasal baskı grupları”, sendikalar, kuşkusuz siyasi partiler, meslek kuruluşları, sivil toplum kuruluşları ve basın; üstelik “Basın özgürdür, sansür edilemez” diyerek ele aldığını ve belirtilen koşullarda “toplanma ve gösteri yürüyüşü hakkı”nı getirdiğini de belirtmeliyiz ve bunların “1981 Anayasası”na aktarıldığını “da”... Yarın Beşiktaş’tayız!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Erasmus 19 Mart 2021
‘12 Mart 1921’ 12 Mart 2021
‘Manifesto!’ 5 Mart 2021

Günün Köşe Yazıları