Zeynep Miraç

Ne olacak bu AKM'nin hali?

06 Mart 2016 Pazar

Kanlı 1 Mayıs’ın da tanığı oldu Gezi Direnişi’nin de, dünyanın en önemli tiyatro topluluklarını da ağırladı memleketin en iyi sanatçılarını da... En görkemli günleri de yaşadı, en sefillerini de... Şaşaalı bir şöhretin tepesinden yuvarlanmış bir aktris gibi AKM.

Yorulmuş, yıpranmış, enkaza dönüşmüş çehresine dokunacak sihirli eli bekliyor. Ancak bu hafta öğrendik ki, o sihirli dokunuşu beklemek beyhude. Onu yerle yeksan etmeyi planlayanlar var. Adrian Smith & Gordon Gill Mimarlık’ın World Architecture News ödülü kazanan projesine göre AKM’nin yerinde bambaşka bir yapı yükseliyor.

Projeyi kimin sipariş ettiği belirsiz. O nedenle bu ‘hayali’ bir yapı mı yoksa kapalı kapılar ardında planlanan bir oldubitti mi henüz bilmiyoruz. Bildiğimiz, AKM’nin mevcut haliyle uzun süre dayanamayacağı...

Kader, insanlar gibi binaların da yakasını bırakmıyor. “Gün yüzü görmemiş” insanlar gibi AKM’nin de çilesi ilk günlerinde başladı. 70 yıldır da sürüyor.

Her şey İstanbul’a Cumhuriyet’i simgeleyen bir yapı inşa edilmesi hayaliyle başladı. Genç rejim Batı medeniyetine nasıl hızlı uyum sağladığını göstermek için bu simgenin bir opera salonu olmasına karar verdi. Ancak o sırada dünya birbirine girdi, bu fikrin yeniden canlanması için II. Dünya Savaşı’nın son bulması gerekti. 1946 yılında İstanbul Şehir Tiyatroları’na bir opera salonu yapmak amacıyla mimar Rükneddin Güney’in çizdiği projeyle kollar sıvandı. O yıllarda Cumhurbaşkanı ve başbakanların her kırmızı kurdeleye elinde makasla koşma âdeti olmadığından, yapının temeli Vali Lütfi Kırdar tarafından atıldı.

 

Seçim sarayı

İstanbul Belediyesi’nin bütçesi devam etmeye yetmedi. Ancak on yıl sonra, inşaat Bayındırlık Bakanlığı’na devredilince bu kez mimar Hayati Tabanlıoğlu imzalı proje ile yola devam edildi. Temelinin atıldığı günden 23 yıl, 5 iktidar, 8 başbakan ve 14 Bayındırlık bakanı sonra, 1969 yılında tamamlanabildi inşaat. Kamu binalarının heybetini ‘saray’ sözcüğüyle karşılamak adeti 2000’lere özgü değil. Opera salonu, konser salonu, tiyatro stüdyosu ve sanat galerisiyle farklı sanat alanlarına mekan olacak yapıya İstanbul Kültür Sarayı adı kondu.

Açılışı için 1969 yılının 12 Nisan’ı; açılış gösterileri olarak da Ferit Tüzün’ün “Çeşme Başı” balesi ile Verdi’nin “Aida” operası seçilmişti. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, Başbakan Süleyman Demirel, Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç eşleriyle birlikte oradaydılar. Aslında Kültür Sarayı tamamlanmamıştı, 23 yıllık rötara fazlasını eklememek için büyük salon açılışa yetiştirilmişti. Seçimlere altı ay kala yapılan bu “hızlandırılmış” açılıştan ötürü “Seçim Sarayı” olarak da anılıyordu.

Milliyet gazetesinde 13 Nisan 1969 günü yayımlanan “Operanın açılışında uyuyanlar görüldü” başlıklı haber şöyle devam ediyordu: “Kültür Sarayı’nın ısınma tesisatı bozuk olduğundan ilk gece Ermeni cemaatinden bir kadın ile Bayan Atıfet Sunay fenalık geçirerek operayı terk etmişlerdir”. Açılışın devlet erkanı eşliğinde yapılmasını protesto eden 12 öğrenci kuruluşu, “Halkın yapıtı halkla açılır” cümlesiyle başlayan bir açıklama yayımladılar: “Gecekondulardaki yurttaşlarımızın, köylülerimizin ve işçi kardeşlerimizin ulusal kültürden pay alabileceği yer ancak bizim kültür merkezimiz olabilir. Bu binanın harcında Türk emekçisinin çalınmış gücüyle Türk köylüsünün kara sabanın arkasında döktüğü alın teri vardır. Bu sebepten adının Köylü- İşçi Kültür Merkezi olmasını istiyoruz”. Ertesi gün kapının önünde “Çoban Sülü” adını verdikleri bir oyun oynayan öğrencileri ise polis derdest etti.

İstanbul Kültür Sarayı’nın işleyişini ‘protesto’ edenler arasında Şehir Tiyatroları kadrosu da vardı. Çünkü kendileri için yapılan binanın, kapalı kapılar ardında dönen siyaset çarklarına kapılıp ellerinden alınışına tanık olmuşlardı. Kültür Sarayı artık Devlet Tiyatrosu ve Operası’nındı. İki kurum yedi suare, iki matine haftada dokuz temsil oynamak üzere anlaşmıştı. Muhsin Ertuğrul “Bu bina kimin?” diye soruyor, kendi sorusunu “Hesapça İstanbullunun” diye cevaplıyordu; “İstanbul’da tiyatro eksikmiş gibi Ankara’nın şişkin bütçeli Devlet Tiyatrosu tutturmuş, ille de Taksim’de oynamakta direniyor”.

Açılıştan bir yıl sonra Başbakan Demirel’i makamında ziyaret eden Şehir Tiyatrosu oyuncularından Cilalı İbo nam Feridun Karakaya’nın esprisi boşa değildi: “Aman Sultanım, şu saraya birazcık da biz yerleşelim”.

 

Figaro denen kefere

1980’lerde çocuk olup da Devekuşu Kabare kasetleriyle büyüyenlerin “Deliler” oyunundan ezbere bildikleri bir sahne vardır. Metin Akpınar’ın oynadığı halis Atatürkçü karakter, Erbakan’ın Konya Mitingi’nden sonra delirmiş, hastaneden ancak sekiz yıl sonra çıkmıştır. Bir de bakar ki, Türk-İslam sentezi ve işbitiricilik iktidarda. Damadının arkadaşlarıyla birlikte üzerine gökdelen inşa edebilecek uygun yer aradıkları sohbetlerine tanık olur. Önce Tarlabaşı derler, sonra Ayasofya, sonra da Topkapı Sarayı... Asıl bombayı sona saklarlar: Taksim’deki opera binası.

“Ben onlara kızgınım” der damat; “İki sene evvel mahalledeki çocukların sünnet düğünü için müracaat ettim, binayı bana versinler diye. Vermediler. İki gün sora oradan geçiyorum, bakıyorum bir ilan: ‘Figaro’nun Düğünü’. Bak pezevenklere bak. Binayı bana vermiyorlar, Figaro denen kefereye veriyorlar. Yıkmaz mıyım ben o binayı? Yıkarım da neydi adı o binanın?”

 

‘Kültür Merkezi...’

“Tamam anladım da bir şeyin kültür merkezi”. “Galiba Atatürk Kültür Merkezi...”

Ve sahne Metin Akpınar’ın “Size Atatürk’ün hiçbir şeyini yıktırmam” diye yeniden aklını kaybedip hastaneye dönmesiyle biter.

2005 yılında bu sahne gerçek oldu. Dönemin Kültür Bakanı Atilla Koç, “AKM’yi yıkacağız” deyiverdi. Bakana göre mevcut bina ekonomik ömrünü tamamlamıştı, yerine yenisi yapılacaktı. Bu sırada ortaya çıktı ki AKM, İstanbul 2 No’lu Koruma Kurulu tarafından 1. grup kültür varlığı olarak tescil edilmiş. Yani yıkılamaz. Kültür ve Turizm Bakanlığı tescili kaldırmaya çalıştı.

 

İtirazlar, davalar

Bu sırada binanın yıkılmayacağı, tadilat göreceği duyuruldu ve 2008 Mayıs’ında kapatıldı. Tadilatı bakanlıkla hazırlanan protokol uyarınca İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı üstlenmişti. Yenileme projesi görevi Hayati Tabanlıoğlu’nun oğlu Murat Tabanlıoğlu’na verildi. Yeni projede şunlar vardı: 1969’da akustiği sağlamak üzere yapılan ancak yangından sonra yenilenmeyen locaların yeniden inşası, en üst kattaki boyahanenin dışarı alınmasıyla oluşacak mekâna bir lokanta yapılması, binaya giriş merdivenlerinin yerinin değiştirilmesi. Ne var ki Kültür Sanat Sendikası projeye itiraz ederek bir dava açtı ve mahkeme yürütmeyi durdurma kararı verdi. 2012 yılında ise ortaya sürpriz bir işbirliği çıktı. Sabancı Holding, AKM yenileme projesi için 30 milyon TL katkıda bulunacağını açıkladı. Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ise açılış için tarih verdi: 29 Ekim 2013. Ancak 2013’ten bu yana açılan başka dava, kampanya ve eylemlere rağmen AKM’nin kaderi değişmedi. Bu tarihe yetişmek şöyle dursun, işler daha da sarpa sardı. Önce Tabanlıoğlu projeden çıkarıldı. 2013 Mayıs’ında ise çalışmalar durdu. Bugüne kadar tek bir opera temsilini seyrettiğine dahi tanık olmadığımız Tayyip Erdoğan, “AKM’nin yerine barok opera binası yapılması gerektiğini” savundu.

Gezi Direnişi boyunca cephesi pankartlarla doldurulan AKM, direnişin ardından polis karakoluna ve sonunda reklam panosuna dönüştü. Sekiz yıldır ise metruk halde, kaderinin döneceği günü bekliyor. Ortaya çıkan yeni projeye bakılırsa şans AKM’den yana değil.

Gün gelecek, hatıralarımızı da yanına alıp tarihe gömülecek. Yoksa 1980’lerde yeşil takkeli bir siyasetçi rolüne “AKM’yi yıkalım” repliğini yazan Turgut Özakman bir kâhin miydi?

 

'Yazık çok yazık oldu'

O ‘saray’ kimselere yâr olmadı. Açılalı 19 ay olmuştu ki, 27 Kasım 1970 akşamı “Cadı Kazanı” temsili sırasında büyük salonda yangın çıktı. Hem de ne yangın... Ne salon kaldı ne fuaye... Alevler koca binayı yutmuştu. Yok olan yalnızca 23 yılın emeği değildi. Hangi akla hizmetse, “IV. Murat” oyunu için Topkapı Sarayı’ndan çıkarılıp getirilen IV. Murat’ın kaftanı ve resmi yandı; beratı, zırhı zarar gördü; Kuranıkerim’i kayboldu.

Şevket Rado, Hayat dergisindeki köşesinde “Yazık, çok yazık oldu!” diyordu; “İstanbul halkı, güçlükle kavuştuğu bir sanat evinden, orada sanat zevkinin en güzellerini tattığı sofralardan yine mahrum kaldı, yine bir büyük taşra şehri haline dönmüş oldu. O binayı tekrar yerine koymak için her şeyi yapmamız gerekiyor. Ama bir 23 yıl daha beklemeden, her imkanı kullanarak ve çok çabuk!”

Bu kez 23 yıl değil sekiz yıl sürdü. Önce bilirkişi heyeti toplandı, yangınla ilgili rapor hazırlandı. Mimar Hayati Tabanlıoğlu da elektrik kontağının yangına neden olmasının imkansız olduğunu söylemişti, “Sahneyle salonu ayıran çelik perde indirilmiş olsaydı yangın büyüyemezdi” sözüyle ihmale işaret ediyordu. Bilirkişi raporunda ise “Sabotaj var” deniyordu. Dava açıldı, 17 kişi idamla yargılandı. Ne var ki ortada delil yoktu.

1978 yılında yeniden açıldığında adı da değişmişti, sahibi de... Artık Türkiye’nin bir Kültür Bakanlığı vardı, yeni adıyla Atatürk Kültür Merkezi artık bu bakanlığın himayesindeydi. Yeniden açılışı da tartışmalı oldu. Ankara Sanat Tiyatrosu (AST) Brecht’in “Komün Günleri” oyununu sahnelemek istedi, izin çıkmadı. Bunun üzerine Kent Oyuncuları, Dostlar Tiyatrosu ve AST açılışa katılmama kararı aldılar.

1978’den 2000’lere kadar AKM tiyatro ve opera temsilleri, konserler, festivallerle doldu taştı. Yalnızca içi değil, bahçesi de İstanbul’da yaşayanların kişisel tarihinde yer etti. Ne var ki kentliler nazarında edindiği yer ile devlet katında edindiği değer bir değildi. Bakımı aksadı, sağı solu eskidi, prova salonlarında fareler cirit atmaya, atölyeler işlerini yapamamaya başladı. Yine de tek boynuzlu at gibi uzanıyordu Taksim’de.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kendine müslüman 25 Haziran 2016

Günün Köşe Yazıları