Hikmet Çetinkaya

Benim yurdum kana doymuyor...

17 Mart 2016 Perşembe

Yurdumun toprakları; binlerce yıllık tarihi, kültürü, uygarlığı anlatır insanlığa...
Bunca ölümler oluyor, hâlâ duymuyorsun, “kana kan, intikam” duygularıyla topraklarımızı suluyorsun...
Nefret tohumları ekiyorsunuz o topraklara, biz şiddet topluyoruz, oluk olup akan kanı hep birlikte seyrediyoruz...
Kanla sulanan toprakları hep anlattık, bu gidişle aynı şeyleri yazmayı sürdüreceğiz...
Kan göllerinden çıkamıyor, hayatı yaşanır hale getiremiyoruz.
Bağışla bizi yurdum!
Kadim tarihi, alın yazısı olarak görmek, yaşadığımız topraklarda binlerce yıllık uygarlığı çocuklarımıza öğretememek bizim suçumuz...
Fırat’ın, Dicle’nin, Gediz’in, Kızılırmak’ın, Meriç’in sularının o toprakları nasıl suladığını; kardeşliğin, dayanışmanın, sevginin, imecenin, paylaşımın ne olduğunu, hayatın ne olduğunu öğretmişlerdi oysa bize...
Çocuksu düşlerimiz vardı, aşkı kucaklayışımız...
Kuşaklar, darbeler gelip geçti, zindanlar dolup boşaldı, dönüp dolaşıp 30-40 yıl önceye gelindi...
12 Mart 1971’de doğan çocuklar 45 yaşında, 12 Eylül 1980’de doğanlar 36, 1990’da doğanlar 26...
Onların anne, babaları...
Bizim zindanlarda yattığımız yıllarda onlar bebekti...
İstanbul’da, Edirne’de, Diyarbakır’da, İzmir’de, Kars’ta, Trabzon’da...
Onlar bebekti, büyüdüler...
Hangi kuşaktan olursa olsunlar, bu topraklarda kanı gördüler, ölümü.
Temiz bir havayı solumak gibidir umut...
Temel hak ve özgürlüklere kavuşmak, paylaşmayı bilmek, bölüşmek, üretmek, sermayeemek çelişkisini görmek hayatımızın en önemli parçası olmaktan çıktı, umutlarımız kan gölünde boğuldu.

***

Benim yurdumun toprakları bildim bileli kana doymuyor; nefret, öç alma duygusu tükenmiyor...
Kadınları çok seven erkekler onları aşağılıyor, öldürüyor...
Yoksulların çocukları dağda, kentte terör örgütüyle vuruşuyor, şehit düşüyor...
İşveren, emekçileri çok sevdiği için AVM inşaatında cayır cayır yanan, bir gökdelen inşaatının 20. katından asansörle toprağa çakılan emekçiler için “alın yazısı” diyebiliyor...
Soma’da 300 maden işçisi toprağın metrelerce derinliğinde can verirken “Biz her türlü önlemi almıştık” diyebiliyor...
8 Mart’ta Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde “emekçileri çok seven” devlet, onların etkinliklerini “terör bahanesi”yle yasaklıyor...
Emekçileri yok sayan devlet, bir bakıyorsunuz “emekçiler” günü düzenliyor Ak Saray’da...
Aynı saatlerde tarlada, fabrikada, merdiven altında çalışan kadın emekçiler sömürüldükçe sömürülürken, Güneydoğu’dan çatışma haberleri geliyor; Rus savaş uçakları sınırımıza yakın Suriye semalarından bomba yağdırıyor, İncirlik’ten kalkan ABD uçakları IŞİD mevzilerini vuruyor...
Güneydoğu alev alev...
İnsanlar doğup büyüdükleri evlerinden, ellerinde beyaz bez parçasıyla çıkıp ilçeyi terk ediyor...
Ölüme gönderilen çocuklarımız, öldürülen kadınlarımız.
PKK, IŞİD belası...
IŞİD’in Kilis’e attığı roketler.
54 yaşındaki üç çocuk annesi Sıdıka Mavzer’le beş yaşındaki Mert Özkan’ın ölümü...
Sınır komşumuz değil mi IŞİD?
Canımız, ciğerimiz, yoldaşımız, din kardeşimiz!

***

AKP iktidarının ilk aylarını anımsadım yazımın sonuna gelirken...
Yıl 2003...
TBMM Başkanı Abdüllatif Şener, emanetçi Başbakan Abdullah Gül, yasaklı lider Erdoğan, etkin ad Bülent Arınç...
Dörtlü bir AKP ayağı...
Meclis’ten ABD’nin Türkiye üzerinden Irak’ı işgaline ilişkin tezkere geçmedi.
Şimdilerde sıkışan merkez medyanın patronları bağırıyor:
“Ekonomi batar, ABD bizi fena yapar...”
Yıl 2010...
Anayasa oylaması...
Tüm AB ülkeleri, özellikle Yeşiller ve ABD çığlık atıyor:
“Demokrasi ve özgürlükler için evet!”
Şimdilik bu kadar yeter, devamı bir başka yazıya kaldı.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları