Ülkenin gidişatı hiç de parlak değil

22 Mart 2016 Salı

Türkiye’deki kaos ortamı giderek büyüyor. İstiklal Caddesi’ndeki canlı bomba bunun sadece son halkası. Siyasilerin bu kötü günlerimizde bile ülkenin bekası uğruna ihtiraslarını bir yana bırakıp birleşmek gibi bir niyetleri yok.
Karmaşa artıkça AKP yanlısı ve Erdoğan destekçisi çevrelerin kini ve öfkesi de artıyor. Belli ki “Yeni Türkiye” projeleri istedikleri gibi gitmiyor. Ağız birliği ederek “Türkiye’yi devirmeye çalışan dış güçlerden” ve “içerdeki hain işbirlikçilerinden” söz ediyorlar.
Dış düşman” her zamanki gibi, başta ABD olmak üzere Batılı ülkeler. İsrail de tabii ki işin içinde var. Bu konudaki nefretin hangi boyutlara vardığını AKP’nin “Tanıtım ve Medya Birimi ” başkanlarından olan genç bir bayan açıkça gösterdi.
İstiklal Caddesi’nde ölen İsraillilerin ardından “Beter olsun, İsrail vatandaşları keşke yaralanmayıp hepsi ölseydi” diye attığı tweet ile IŞİD’i aratmadı. AKP bile “bu kadarı fazla” diyerek, kendisini ihraç etmek zorunda kaldı.
Fakat burada asıl önemli olan AKP kadrolarında “öteki” olarak görülenlere karşı duyulan nefretin dışavurulmuş olmasıdır. Nefret her zaman nefret doğurur. Bu durumda AKP destekçilerine karşı artan nefret de Türkiye gerçeğinin diğer boyutudur.
AKP’nin bir zamanlar el üstünde tuttuğu “abilerindenBülent Arınç bile ülkenin yarısının kendilerinden nefret ettiğini itiraf etmişti. Toplumsal nefretin dozunun artmasına izin verilirken, hatta teşvik edilirken, Türkiye dışarıda da büyük ölçüde dostsuz ve desteksiz bırakıldı.
Başbakan Davutoğlu’nun Brüksel zirvesinden sonra “Türkiye ve AB’nin birbirlerini yeniden keşfettiklerini” demesi bunu değiştirmiyor. Mülteciler yüzünden köşeye sıkışan Avrupa’da, “zorunluluk karşısında Türkiye’nin şantajlarına boyun eğildiğine” dair yaygın bir algı var.
Belçika Başbakanı Charles Michel, zirve öncesinde verdiği bir demeçte, “Türkiye’nin çok fazla talebi var. Bazı zamanlarda şantaj gibi görünen bu talepleri kabul etmeyeceğim” diye konuşmuştu.
Fakat AB Türkiye’nin taleplerini önemli ölçüde kabul etmek zorunda kaldı. Ancak mülteciler konusunda varılan anlaşma istenen sonuçları vermezse -ki birçok uzman vermesi zor diyor- işin “büyüsü” anında bozulacaktır.
O zaman Avrupa, “çaresizlik anında kendisinden yararlanmaya çalışan” Türkiye’den bunun acısını -özellikle demokrasi ve insan hakları konularına vurgu yaparak- çıkarmaya çalışacaktır. Buna kesin gözüyle bakılabilir.
İçerde, “Saray’dan” gelen icazetle siyasi muhaliflerine karşı cadı avı hazırlığına giren, dışarıda ise neredeyse tüm dünya ile kavgalı olan bir iktidarın Türkiye’nin yüz yüze bırakıldığı ciddi sorunlarına nasıl çözümler bulacağı bir muamma olarak önümüzde duruyor. Üstelik işlerin bu noktaya gelmesinde kendi hatalarının önemli payı olduğu düşünülürse...
Öte yandan, “Sykes-Picot” ve “Sevr” örnekleriyle bezenmiş hamaset söylemi ile halkı galeyana getirip ulusal birliği korku yoluyla sağlamaya çalışmaktan da sonuç alınamayacağı ortada. “Eski Türkiye” bunu çok denedi ama başaramadı.
Temel bir hususu sıkılmadan, yorulmadan tekrarlamakta yarar var. Son derece karmaşık bir toplumsal yapıya sahip olan Türkiye’yi -ister ideolojik, ister dinsel, ister kültürel olsun- tekdüze bir kalıba zorla sokarak sağlıklı bir şekilde yönetmeye çalışmak eşyanın doğasına aykırı.
Bu ülkeyi huzur içinde doğru dürüst yönetebilmek, çoğulcu demokrasi, insan haklarına saygı ve en geniş özgürlüklerden oluşan bir temel üzerine oturmuş çağdaş bir düzenden geçiyor.
AKP destekçileri arasında, Batı kaynaklı nesnel demokratik ilkeleri savunanları “özünden kopmuş teslimiyetçi Batı hayranları” olarak görenler çok. Fakat modern dünyada iktidarların uymak zorunda oldukları yadsınamaz evrensel kurallar var. Tabii niyet çağdaş dünyada yaşamak ise…
Bizimki gibi karmaşık yapıdaki bir ülkede bunu anlamamakta ısrar edenlerin ise ülkeyi sürükleyebilecekleri tek istikamet var. O da felakettir. Bu açıdan bakıldığında ülkenin gidişatının parlak olduğunu söylemek mümkün değil.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları