Murat Sabuncu

Kürtler barışa çağırıyor, duyuyor musunuz?

22 Mart 2016 Salı

Geceden başlardı

Diyarbakır’da Newroz coşkusu...

Davulu, halayı, ateşi...

Sabaha kadar sürer oradan meydana geçilirdi.

Bu yıl gece sessiz, sabahın ilk saatleri sakindi.

Kadınlar rengârenk “kiras u sermil”ler, erkekler şalvar, kuşak ve yelekten oluşan “şal û şepik”leri ile alana doğru akın ederdi.

Sabahın erken saatinde Demokratik Toplum Kongresi’nin önünden kalkan otobüslerle giderken o yoldaki “tenhalık” beni düşündürdü.

“Meydan boş mu kalacak?..”

Aylardır süren çatışma, sokakta asker, polis, zırhlı araç, kapalı sokaklar, bir de üstüne “alana bombalı saldırı olacakmış” dedikodusu insanları caydırmış olabilir fikri geliyor insanın aklına...

Alanın girişinde polis kontrolü var... Geçen yıllarda yoktu...

Biz üstümüzü aratırken görevli polisler ellerindeki gelişmiş makinelerle fotoğrafımızı çekiyor.

Kim bilir belki arkasına “2016 Newroz hatırası” yazar saklarlar!

Saat 9.30 civarı meydandaki kalabalık az...

Bir bilgi geliyor; devlet dairelerinde çalışanlar eğer işe gelmezse haklarında idari soruşturma, liseliler içinse disiplin tehdidi yapılmış.

Saat 11’e doğru kalabalık hızla artmaya başlıyor. Bir bölge siyasetçisi “Televizyonda gördülerse alan boş onurları için kalkıp gelmişlerdir” diyor.

Televizyon demişken...

Daha önceki Newroz’da gazeteciler için ayrılan alanda kalabalıktan not almak neredeyse imkânsızdı. Canlı yayın araçları kapının önüne sıralanırdı.

Bu yıl medyaya ayrılan alan bomboş...

“Merkez medya”, İstanbul, Ankara’dan gelenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor.

Ne “devlet ağızlı” gazetecilermiş diye söyleniyor “protokolden bir isim.” Devletin sevdiğini sevip sevmediğini sevmeyen, gel deyince gelen git denince giden...

Herkes için değil ama çoğunluk için “gücü seven güçlünün yanında güç devşiren...”

Dinliyorum sadece...

Saat 12. Ateşi yakmanın zamanı.

Alan dolmuş durumda. Geçen yıllar kadar değil ama kalabalık...

Gazetecilerin çalıştığı alandan katılımcıların olduğu noktaya geçiyorum...

Ön tarafta coşkulu gençler var...

Ellerinde Öcalan bayrakları...

Yaşananlara kızgınlar...

Ama umut ve istek de var barışa dair sözlerinde...

Bir genç kadın...

Üniversiteli, Barış İçin Akademisyenler girişiminin bildirisinin umut olduğunu söylüyor.

Özellikle tutuklu akademisyen Esra Mungan’a selamlarını yazmamı istiyor. “Unutma ha” diyor. Unutur muyum?

Ve beyaz tülbentleriyle anneler. Barışın simgesi başlarında, “Kimse ölmesin oğlum” duaları dudaklarında...

Sırrı Süreyya Önder kürsüde annelere taahhütte bulunuyor:

“Açın İmralı yolunu, müzakereler nerede kalmışsa oradan devam ederek bir haftada ülkemizin çehresini değiştirelim. Her türlü hukuki, cezai, yasal, insani ne tür vebali varsa biz üzerimize almaya hazırız. Bunun için size son derece önemli bir çağrı yapıyoruz. Evladının yolunu gözleyen Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Arap, Ermeni bütün annelere burada taahhüt ediyorum ki çağrımıza cevap verilirse 1 hafta içerisinde barışı sağlarız. 8. gün olursa Diyarbakır Meydanı’nda beni dara çekin.”
Sahnedeki dev ekranlarda Öcalan ve sokağa çıkma yasağı sırasında hayatını kaybedenlerin fotoğrafları dönüyor. Mehmet Tunç, Seve Demir ve Mehmet Yavuzel’in görüntüleri...

HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş kürsüde bu kez. O da barış diyor:
“Dolmabahçe’de dile getirdiğiniz çözüm yoluna bağlıyız. Savaş, çatışma, ölüm alışmamız gereken normal bir durum değildir. Normal olan, bütün barışçıl yollarda ve yöntemlerde ısrar etmektir. Müzakere dediğimiz şey, çözümleri masaya koymaktır. Yenmek ve yenilmek, öfke ve kin üzerine müzakere masası kurulamaz.”
Newroz Meydanı’ndan tüm Türkiye’ye barış çağrısı var...

Sırrı Süreyya’nın tarifiyle “Kürt evine giremiyor, Türk evinden çıkamıyor. Al sana kamu düzeni...”

Bu kanlı çatışmanın bitmesi için yeniden barış konuşmalı.

Kulaklar ve gönüller barış çağrısı yapan herkese sonuna kadar açılmalı.

Bak bahar geldi, haydi...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları