Erdoğan’ın ABD ziyareti

05 Nisan 2016 Salı

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ABD ziyaretine “başarılı” demek mümkün değil. “Stratejik ortaklık” sürüyor, ama ilişkiler gergin bir şekilde ilerliyor. İlişkileri şu sıralarda iki konu gölgeliyor. Birincisi Suriye’de PYD/YPG meselesi, diğeri ise Türkiye’de gerileyen demokrasi ve özellikle de özgür basına karşı artan baskılar.
İkincisinden başlayabiliriz zira Erdoğan’ın ABD ziyaretinin atmosferini bozan bu oldu. Erdoğan’ın, bu ziyaretten birkaç gün önce, Can Dündar ve Erdem Gül’ün davasını izleyen Batılı diplomatları “Sen kimsin?” diye azarlaması Washington’da zaten pek hoş karşılanmamıştı.
Erdoğan’ın hedefindeki diplomatlardan biri de ABD’liydi. ABD, Erdoğan’a yanıtını, dışişleri bakanlığı sözcüsü John Kirby düzeyinde vermiş, bu tür davaları izlemenin diplomatik hakları olduğunu ve bunları izlemeye devam edeceklerini vurgulamıştı.
Böylece Türkiye’de basın özgürlüğü meselesinin Washington’un Ankara ile ilişkilerindeki gündem maddelerinden biri haline geldiğini tekrar gördük. ABD Başkan yardımcısı Joe Biden da zaten, ocak ayında Türkiye’ye yaptığı ziyareti sırasında, Can Dündar’ın ailesi ve muhalif gazetecilerle bu yüzden görüşmüştü.
Erdoğan, Washington’dayken korumalarının ABD başkentinin kalbindeki Brookings Enstitüsü’nün önünde muhalif Türk gazetecilere karşı sergiledikleri tavır da, basın özgürlüğü konusunun ABD-Türkiye ilişkilerinin gündemine oturmasına yardımcı oldu. Brookings önündeki manzara Washington’u epey kızdırmış.
ABD medyası, Türkiye açısından pek de güzel görüntü vermeyen bu olayı sütunlarına taşırken, Amerikan “Ulusal Basın Kulübü” (National Press Club) sert bir kınama yayımladı. ABD başkanları geleneksel olarak konuşmacı olarak davet edildikleri bu kulübü ciddiye alırlar.
Obama’nın da bu açıklamayı ciddiye aldığı anlaşılıyor. Türkiye’deki demokrasi ve basın özgürlüğü hakkında söyledikleri ABD tarafındaki hissiyatı açıkça yansıtıyor. Obama, Erdoğan daha Washington’dayken, bir soruya “yumuşak” sayılması mümkün olmayan şu yanıtı verdi:
Türkiye’de benim rahatsız olduğum bazı eğilimlerin olduğu sır değil. Ben basın özgürlüğüne güçlü bir biçimde inanan biriyim. Dini özgürlüklere güçlü bir biçimde inanan biriyim. Hukukun üstünlüğüne ve demokrasiye güçlü bir biçimde inanan biriyim. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın demokratik bir süreçle üst üste seçildiğine şüphe yok. Ama basına karşı benimsedikleri yaklaşımın, Türkiye’yi çok rahatsız edici bir yola sürükleyebileceğine inanıyorum. Onlara tavsiyede bulunmaya devam edeceğiz.
Özetle Obama, Kirby gibi, ancak bu kez en üst seviyeden, “isteseniz de istemeseniz de bu işin peşini bırakmayacağız” demiş oldu. Obama’nın sözlerine “üzüldüğünü” belirten Erdoğan da, “Beyaz Saray-AK Saray” ilişkilerinin şu anda ne kadar “limoni” olduğunu kanıtlamış oldu.
Washington-Ankara hattındaki ilişkiler PYD/YPG meselesi nedeniyle de “limoni”. ABD, Suriye’nin kuzeyinde IŞİD’den geri alınan, ancak Türkiye’nin “kırmızı çizgi” olarak ilan ettiği, bölgelere Kürtleri yerleştirmek istiyor. Türkiye bunu reddediyor ama durdurması zor bir durumla karşı karşıya bulunuyor.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da zaten bunu kabul edercesine, “PYD yüzünden ABD’ye küsmeyiz” türünden açıklamalar yapıyor. Sonuçta ABD ile PYD ittifakı Türkiye’nin tüm itirazlarına rağmen sürüyor. Konunun Türk-ABD ilişkileri üzerindeki gölgesi de sürüyor.
Fakat Ankara’nın elinde ABD’nin bu konudaki fikrini etkileyebilecek bir enstrüman da yok. Erdoğan da zaten Washington’da Türkiye’nin “yalnız kaldığını” bu yüzden vurguladı. Türkiye’nin dünyada yalnız kaldığını sağır sultan da biliyor artık.
Ancak ülkeler bu durumlara durup dururken düşmezler. Çevremizde dost bırakmadık. “Stratejik ortaklıklarımız” ise “kerhen” sürüyor. Erdoğan’ın dünya ile barışık olmayan vizyonunu ilerletmeye çalışan bir Türkiye’nin önümüzdeki dönemde daha da yalnız kalma olasılığı göz ardı edilemez.
Erdoğan’ın ABD ziyareti bu olasılığı açıkça vurgulamış oldu.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları