Zalime Bir Şey Demem...

16 Mart 2014 Pazar

Öfke hareketsizleştiriyor, hüzün kalbimizi ağrıtıyor, duyduğumuz yalanlardan midemiz bulanıyor, “Bu kadar mı hırs olur, insan sınırsız sahip olduğunu düşündüğü güce bu kadar yapışırsa insanlıktan çıkmaz mı” diye içimizden geçen soruların soru olmadığını fark ediyoruz ansızın. Çatılmış ve haris bir alından, aşağı doğru kararmış bir yüzden, doymak bilmez bir gövdeye doğru akan ve paçalardan dökülen bir kara su var karşımızda.
Böyle bir resim görüyorum baktığımda ben, sizi bilemem.
Ne derseniz deyin artık, eskilerin sözüyle “tefessüh” etmiş, kokuşmuş bir durumla karşı karşıyayız. Bu dayanılmaz koku, savunulacak yanı yönü kalmayan ve her gün bir tarafı yıkılan, çöken, artık bir harabe bile olmayanı savunmak için bin dereden su getirenlerden geliyor. “Ya yıkılır giderse, biz ne yaparız o zaman” diye telaşlananların, iktidarlarını savunmak için ne yapacaklarını bilemeyenlerin kokuları, dünyanın en güzel çiçeklerinin bulunduğu şu güzelim bahçeyi kara bir bulut gibi saracak kadar yoğun.

***

Bu iktidarı savunmanın zorluğunu biliyorlar ve buldukları çare geçmişin defterlerinde buldukları bir iki resimdir. Menderes dönemini, 27 Mayıs öncesini anlatıyorlar bize. O zamanın meclisini, o zamanın diktatörlüğe eğilimli partisini bugüne benzetmenin kırıklığına, işe yaramazlığına aldırmadan lafa girişiyorlar. Efendim, “O zaman da gençler sokağa çıkmış, ‘kardeş kardeşi vurur mu’ diye marşlar söylüyorlarmış, o zaman da iktidar partisi hakkında yolsuzluk iddiaları dillendiriliyormuş, şimdi yeniden bir kaos yaratılarak Türkiye bir 27 Mayıs türbülansı içine sokulmak isteniyormuş...”
Bir taşla iki kuş vuracaklar böylece. Hem iktidara karşı çıkanları, yalana dolana, inkâr edilmez yolsuzluklara bulanan “fezlekecileri” deşifre edenleri darbecilikle suçlayıp sindirecekler, hem de tarihi temizleyip, başka türlü anlatarak, inkâr kabul etmez, kanıtlanmış çöküşü bir yerinden durdurmaya çalışanlara destek çıkacak, makam ve mekânlarını koruyacaklar. “Gerçeğin hizmetinde olmakla” tanımlanmış mesleklerinden bile utanmaları yoktur.

***

Türkiye’deki durum 27 Mayıs 1960 öncesine benziyor mu? Doğrusunu isterseniz benziyor bazı bakımlardan. Demokrat Parti de iktidarı bırakmamak için elinden geleni yapıyor, muhalefet liderini taşlatıyor, sokağa çıkan gençleri kurşunlatıyor, muhalefet partisini sindirmek için Meclis’te yargı yetkisine sahip bir “Tahkikat Encümeni”, komisyonu kuruyor, böylece ayakta kalmaya çabalıyordu.
Bizim sahte “müverrih”, sahte tarihçi o zamanın gerçeği ile bu zamanın gerçeğini karşılaştırırken, gerçeği ortadan silmeyi, kendince usta bir demagojiyle örterek sonuç almayı umuyor. Aslı şöyledir. O zamanın yolsuzluğu da yolsuzluktu, o zamanın zorbalığı da zorbalıktı. Söylemediği, üstünü örttüğü gerçek ise şimdikinin o zamanların gerçeğini kat kat aştığı, kıyas kabul etmez boyutlara ulaştığıdır. Onu söyleyemiyor. Gerçeğin kendisi korkutuyor çünkü onu. Kabul etse, çekip gitmesi, kalemini kırması gerekecek, oysa o muktedirin karşısında yerlere kadar eğilmek ve bizi darbecilikle korkutmak istiyor yalnızca.

***

Zalime bir şey demem, o her an kendini tariftedir, girdiği yolda zorbalıktan, zulmü artırmaktan başka çıkar yol bulamaz, başkası uymaz doğasına. Halkın karşısındadır ve kuşkusuz önünde sonunda yenilecektir. Onlarla kavga yazıya şan verir. Peki, ben niye yazılarımı onların medyatörleriyle kirletiyorum ki?
“Hayır onlar utanmazlar, boşuna uğraşma” diye sesleniyor arkadaşlar...
Ama ben utansınlar istiyorum, kötü örnek olmasınlar, kendilerine benzeyenleri çoğaltmasınlar istiyorum, çok şey mi istiyorum.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları