Akılcı perspektiflerin kaçınılmaz zorunluluğu

08 Nisan 2016 Cuma

AKP’nin temel özelliği ve hayati alanlardaki başarısızlığının özünde yatan ana unsur siyasi vizyonundaki tekdüzeliktir. Destekçilerine göre bunun adı “şerefli tutarlılıktır.” Ancak Türkiye gibi çok boyutlu ve karışık bir ülkeyi bu perspektiften yönetmeye çalışmanın başarı sağlaması mümkün değil.
Bu sorunu yönetimin PKK ile mücadelesinde de görüyoruz. Hükümete göreki eski hükümetler de aynı hatayı yaptılar- bu sadece bir terör olayından ibaret. Meselenin mutlaka mücadele edilmesi gereken bir terör boyutu olduğu ve bunun da şu anda ön plana çıktığı inkâr edilemez. Ama sorunun sadece bundan ibaret olamadığı da kesin.
Artan şehit haberleriyle daha fazla ajite olan vatandaşların hissiyatı anlaşılır bir şey. Buna şehirlerde öldürülen masum vatandaşlarımızı eklediğinizde, “taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmama” anlayışının sokak düzeyindeki cazibesi de kaçınılmaz oluyor.
Ancak sorumlu hükümetlerin, özellikle de Türkiye gibi karmaşık bir ülkeyi yönetmeye çalışıyorlarsa, sokaktan yansıyan hissiyata göre davranma lüksleri yok. Bu hissiyatı kendi tekdüze ve ideolojik dünya görüşlerini ilerletmek için kullanmaya kalkmaları ise karmaşanın daha da artmasına çıkarılan bir davettir.
Daha açık konuşmak gerekiyorsa, “Bu iş parlamento ile olmuyor, ülkeye güçlü bir liderlik sistemi gerekiyor” anlayışını ilerletmek için artan karmaşa ortamına ve bunun halk üzerindeki etkisine güveniliyorsa, bu açılan ve sonra kapatılamayan bir Pandora kutusundan başka bir şey olamaz.
Türkiye’ye sadece “yakışan” değil, bundan çok daha önemlisi, “hayati anlamda zorunlu olan” şey, çoğulcu ve mümkün olduğu kadar kapsayıcı bir demokrasidir. Böyle bir düzeni dünya gerçeklerine hâkim ve “çok boyutlu” bakış açısına sahip olan bilinçli kadroların yönetmesi ayrı bir zorunluluktur.
PKK ile mücadele konusuna dönersek, sorunun çok boyutlu olduğunu konuya nesnel bir açıdan bakabilen herkes görüyor. Fakat bu gerçek, yönetimdeki kadrolar tarafından görülmek istenmiyor. Görülseydi, milyonlarca vatandaşın demokratik oyu ile seçilmiş olan insanları Meclis’ten atmaya, hatta hapse göndermeye çalışmak yerine bunlara kulak verilirdi.
Keza, kalkınmış toplumların hem kalitesini tayin eden hem de vicdanını temsil eden aydın kesimlere karşı, sırf “barış çağrısı” yaptılar diye, “terörist” yaftası vurup cadı avları başlatılmazdı. Aynı şekilde bu ülkede onlarca yıllık bir evveliyatı olan bir “Kürt sorununun” olduğu kabul edilir ve bu sorunu daha da derinleştirecek olan değil, çözecek olan demokratik adımlar atılırdı.
Dahası, sorunun özellikle Suriye bağlamında artık somut bir “uluslararası boyutunun” olduğu hesaba katılarak dış politikada atılan adımlar da bu gerçeğe göre belirlenirdi. Bu yapılmadığı gibi, bu konudaki salt tepkisel yaklaşımların temsil ettiği “politikasızlık” Türkiye’yi, sadece bölge ülkeleriyle değil, dünyanın temel iki süper gücü ile karşı karşıya getirmiş bulunuyor.
Genel görüntü bu olunca, hükümetin sorunları “tekdüze” yaklaşımlarla nasıl çözmeyi umduğunu kimse bilemiyor. Başbakan Davutoğlu’nun kimi sözlerinde bu konularda yeni arayışların ipuçları varmış gibi görünüyor.
Bunu son dönemde çözüm sürecine dönülmesi veya akademisyenlerin hapsedilmesi konularında söylediklerinde görüyoruz. Fakat ifade ettiği ve aslında gidilmesi gereken yola işaret eden bu görüşlerinden neden hemen çark ettiğini de biliyoruz.
Hal böyle olunca, Türkiye’nin açmaza doğru sürüklenmekte olduğu izlenimi ve bununla bağlantılı olarak da halktaki kafa karışıklığı ve umutsuzluk hissi de kaçınılmaz olarak artıyor. Neticede sokaktaki vatandaş da işlerin iyi gitmediğini görecek akla sahip.
Mesele, vatandaşın bu hissiyatının tüm Türkiye’nin iyiliği için mi, yoksa bir partinin veya şahsın siyasi bekası için mi kullanılacağı sorusunda düğümleniyor. İlki ise akılcı ve yaratıcı siyasi perspektiflerin geliştirilmesi gerekeceği kesin. Yok, ikincisi olacaksa, o zaman Türkiye’yi daha da karışık günler bekliyor demektir.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları