Hikmet Çetinkaya

‘Kanlı, ölümüne yorgun...’

09 Nisan 2016 Cumartesi

Gözlerinin içine bak uzun uzun... Onları seyret... Hayatın dönemecinde düştükleri acıyı göreceksin gözlerinde...
Bak uzun uzun gözlerine!
Eğer vicdanın varsa, duyarlıysan, insan sevgisiyle donanmışsan o insanların nasıl yalnızlaştığını göreceksin.
Çocuk, kadın, erkek, genç, yaşlı...
İç savaştan kaçıp gelmişler, hayatlarını sürdürmek için. Kimi Suriye’den, kimi Irak’tan, Afganistan’dan, kimi Bangladeş’ten.
Ben onları Dikili Bademli’de gördüm, İzmir’de pasaport İskelesi’nin elli metre ötesinde deniz kıyısında.
Beton bir zeminin üzerine gazete kâğıdı sermişlerdi... Kimisi uyuyordu, kimisi ayakta, kimisi bağdaş kurup oturmuştu...
Sabaha karşı saat 4...
Konuşanlar, uyuyanlar...
Günlerdir oradaymışlar...
İnsanı derinden etkileyen o hayatı salt İzmir’de görmedim...
Türkiye’nin dört bir yanına dağılmışlar, Gediz, Karacabey Ovası’nda çapaya gitmişler, fidan dikmişlerdi.
Gün ağardığında polisler geldi onları dağıttı, çirkin görüntü verdikleri için...
Çocuklar pide çaldıkları için kıyasıya dövüldüler...
Açtılar, susuzdular...
Bir an önce Yunan adalarına kaçak olarak gitmek için, inşaatlarda çalışıp para biriktiren üniversite öğrencileri vardı İngilizce, Fransızca bilen.
Ömer, içini çekiyordu, buğulu gözleriyle:
Parası olan gitti, ben gidemedim... En az bir yıl daha kaçak işçi olarak çalışacağım Ege’de...
Kışın inşaatlarda çalışıyordu, yazın ise tarlalarda...
Ege’nin lacivert derin suları, dandik can yelekleri, külüstür tekneler, delik botlar.
Bodrum kıyılarından karşı adaya geçecektiler geçmesine...
Türk Sahil Güvenlik tekneleri onları yakalamasaydı...

***

Kirli düzen, kirli savaş, yolsuzluk, yoksulluk...
Dünyada yaşayan insanların hakları gasp edilirken, vahşi kapitalizmin çarkları yoksul halkları birbiriyle kırdırıyor.
İzmir Basmane’de, Pasaport’ta, İstanbul’da Türkiye’nin neredeyse dört bir yanında bir acı yaşanıyordu.
Kirli düzen tüm hızıyla sürerken, küresel ekonomi ayakta kalabilmek için pisliği temizlemeye çalışıyordu.
Umrunda bile değildi yollara dökülüp Türkiye’ye gelen, oradan Yunan adalarına ölümü göze alarak geçen mülteciler.
Suriyeli, Iraklı, Pakistanlı, Bangladeşli olmaları...
O temizliğin içinde Esad, Aliyev, Putin, Hüsnü Mübarek, Ahmedinejat, Suudi siyasetçiler vardı...
Müslüman, Hıristiyan...
Ne fark eder din, ırk?
Yolsuzluk batağına saplanmışlardı hepsi. Hakları umursamadan, şiddeti tırmandırarak ceplerini doldurmuşlardı...
İdeolojik desteklemelerdeki kirli ilişkiler Ukrayna’ya dek turuncu, yeşil, mavi, bahar devrimleri yutturmacasıyla sürüp gidiyordu...
Akıllarına bile gelmiyordu, para babalarının bu üçkâğıtları, oyunları, “turuncu karanfil”, “Arap Baharı” darbeleriyle tersine dönüp ırkçı, dinci kanlı terör örgütlerine dönüşeceği, yeni İslamcılık, ılımlı İslam gibi kavramların işe yaramayıp IŞİD’in karşılarına çıkacağı...

***

PKK nasıl eli kanlı terör örgütüyse, IŞİD’de öyle...
Yanı başımızda bir savaş var...
Bu savaş uzun sürecek...
Yunan adalarından gemilere bindirip Türkiye’ye kaç kişi getireceksiniz?
Ülkemin Güneydoğu bölgesi bir yangın yeri. Olan yoksul Kürt halkına oluyor. Kazılan hendekler, örülen beton duvarlar, keskin nişancılar, bitip tükenmeyen şehit cenazeleri, büyük kentlerde yaşanan katliamlar, etkisiz hale getirilenler...
Her Kürt yurttaşımızı “potansiyel terörist” olarak gören siyasetçiler...
Bu halkların düşlerini çalan bir düşünce yapısı, çocuklarımızın aydınlık sabahlarda uyanmasını istemiyor.
İçimdeki çocuk öldü benim, kara gözlüm, sevda çiçeğim...
Geriye Franz Carl Weiskopf’un dizeleri kaldı:
Erkekler mezarlarından kalkıyor/ Kanlı, ölümüne yorgun/ ve arkalarında duruyor savaş/Ruhları parça parça,/ Gövdeleri yaşlı./ Her şey soğuk/ Hâlâ çepeçevre/ Ama barış.”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları