‘Eski Türkiye’nin ‘Yeni Türkiye’ ile imtihanı

14 Nisan 2016 Perşembe

Enis Batur’un Raffi Portakal’la “nehir söyleşisi” şeklinde gerçekleştirdiği “Portakal’ın Yüzyılı” isimli “eski Türkiye” mozaiğinin anlatıldığı kitapta Sakıp Sabancı’ya ayrılan bir bölüm var...
Sabancı ailesinin, “Sabancı Müzesi”nin kuruluşuna dek varan sanata ilgisinin anlatıldığı bu bölümde, Portakal, “Sakıp Ağa”nın portresini sunuyor.
“Sakıp Bey.. gittiği yerlerde ‘Ben buradan cebime ne koyarım, evime ne götürürüm?’ diye değil; ‘Beynime ne koyarım, ne yenilik getiririm ülkeme, kurumuma, evime?’ diye düşünürdü” şeklinde Sabancı’nın hep “çıtayı yükseltmeye” endekslenen dünyasını Portakal şöyle betimliyor:
“Bu bakış açısı beni de çok etkiledi. 1985’lerde Japonlardan epey ilham aldığına tanık oldum. (Sabancı) Büyük Japon firmalarını ziyaret ettiğinde özel müzelerini geziyor, büyük paralar ödeyerek empresyonist eserler aldıklarını görüyordu. Çıtayı yükseltme (heveslisi) Sakıp Bey.. Japon işadamlarının ‘Benim bu kadar sermayem var, şu kadar fabrikam var, yıllık üretimim şu’ diye övünmeyip ‘Benim Van Gogh’um var, Cezanne’ım var’ diye gururlandıklarını gördü. Bu bizim işimizi kolaylaştırdı. (Sakıp Bey) ‘Bizim Van Gogh’larımız’ diye Çallı’lardan bahsederdi... Sanatçıya büyük kıymet verirdi!”

Sakıp Ağa’nın düşü
Sabancı’nın ölümünün 12. yılında anısı için Sabancı Üniversitesi ve İstanbul Politikalar Merkezi organizasyonuyla düzenlenen ödül törenindeki konuşmaları dinlerken; aklımda hep bu çok yeni okuduğum satırlar vardı.
Sabancı Üniversitesi’nin Kurucu Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı; “Sakıp Bey ülkemizin gelişmesinde, kalkınmasında eğitimin vazgeçilmez yeri olduğunu her zaman yürekten destekledi” dedi ödül gecesinde ve ekledi:
“Bunun en iyisini yapmak; en örnek olacak kurumu ortaya çıkarmak için bize yön verdi. Onun liderliğinde biz bir dünya üniversitesi kurma hayaliyle yola çıktık...”
Sakıp Bey’in “hoşgörü”ye çok özel değer verdiğini anlatan Güler
Sabancı; üniversitenin “Sabancı” vizyonuyla örtüşen biçimde “evrensel değerlere sıkı sıkıya bağlı, bilimin önderliğini kabul eden, çağdaş ve dünyaya açık, parlak gençler yetiştirdiğini” anlattı.
Her gün havasını daha çok soluduğumuz, içinde boğulduğumuz “Yeni Türkiye”den ne kadar uzak ve farklı bir geceye konukluk ettiğimizi aklımdan geçirmeden edemedim.
“Sabancı Müzesi”, “Sabancı Üniversitesi” gibi değerleri bu ülkeye kazandıran “eski Türkiye” meğer ne muazzam kazanımlarmış diye düşünmeden yapamadım.
Evrensel değerler...
Çağdaş dünyaya açık olmak...
Bilimin önderliğine inanmak...
Bugün oysa ki gün, “Türkiye’nin en tehlikeli kesimi okumuş kesimdir” cümlelerini kuranların günü.
Daha geçende rektör yardımcısı bir üniversite profösörü göğsünü gere gere “Ben halkın cahil olanını severim” demedi mi?
“Ülkeyi ayakta tutacak olanlar, okumamış cahil halktır. Olayları en rahat okuyanlar onlar. Çünkü zihinleri berrak!” diye konuşmadı mı?

Aşırı hızlı dönüşüm
Artık her geçen gün böyle “eski Türkiye”nin “yeni Türkiye” ile imtihanına şahit oluyoruz.
Bu iki Türkiye’den hangisi baskın çıkacak?
Hâlâ umutlu olmak için marj var mı?
“Türkiye’de Yeni Merkezler: Kentlerde Ekonomi, Eğitim, Sanat ve Barış” alanında yılın “Sabancı Jüri Özel Ödülü”nü alan kent plancısı, sosyolog İlhan Tekeli’nin ödül töreninde söylediği sözler bu bağlamda yol göstericiydi.
“Kırsal köylü bir toplumdan kentli topluma geçiş, yaşanabilecek en büyük dönüşümdür!” dedi Tekeli ve ilave etti:
“Türkiye’de bu dönüşüm bir insan hayatına -benim hayatıma sığacak- kadar kısa sürede yaşandı. Dünyada bu dönüşümü bu kadar hızlı yapan bir toplum yok. Avrupa çok yavaş dönüştü. Latin Amerika’da dahi dönüşüm bunca hızlı olmadı. Bu temelde çok sıkıntılı bir süreçtir. Ama bu dönemler geçtiğinde, ...yalnız sıkıntıları değil, başarıları da görürsünüz.”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024
31 Mart’ın bahsi 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları