Erinç Yeldan

Küresel Eşitsizlik Derinleşirken

19 Mart 2014 Çarşamba

“Büyük Durgunluk” yedinci senesini sürerken küresel anlamda eşitsizlik giderek derinleşiyor. Gelirin eşit ve hakça dağılımı, kuşkusuz, insanlığın en eski ideallerinden. Toplumsal gönencin hakça dağılımını düzenleyen kurallar hemen tüm kutsal metinlerde geniş yer tutmuş; ancak ne gariptir ki iktisat biliminin son otuz yılda aldığı neoliberal, muhafazakâr dönüşüm, gelir dağılımı konusunu iktisat sorunsalının dışında görmeye ve iktisat eğitimini sadece kaynakların optimal dağılımını sorgulayan teknik bir çabaya indirgemeye yönelmiş durumda.
Örneğin, 1995 Ekonomi Nobel Ödülü sahibi ve bazılarınca “yirminci yüzyılın son çeyreğinde en etkili iktisatçı” unvanıyla anılan Robert Lucas 2004 yılında yaptığı bir söyleşide şu savı ortaya atıyordu: “Sağlam bir iktisadi analizin önündeki önemli engellerden, en baştan çıkartıcı ve zehirli olanı da gelir dağılımının üzerine sorularla uğraşmaktır.” Muhafazakâr ana akım iktisat anlayışının bu çok açık sınıfsal tercihi, son otuz yılda yaşananlar ve son küresel kriz boyunca elde edilen veriler değerlendirildiğinde artık anlamını yitirmiş bir safsata niteliğinde. Bugün küresel ekonominin içine sürüklendiği büyük durgunluğun aşılamamasının ana nedeni, gelir dağılımının küresel çapta bozulması ve emeği ile geçinen orta sınıfların çöküşü ile birlikte yaşanan talep yetersizliği sorunu olduğu açık şekilde görülüyor. Gelir dağılımındaki bozulma ve emeği ile geçinen yığınların gelirlerindeki reel bozulma, Nobel ödüllü R. Lucas’a nazire edercesine, aslında yirminci yüzyılın son çeyreğinin en önemli olgusu ve belki de iktisat biliminin en önemli sorusu. Bu soru dönüp dolaşıp, aşırı üretim ve talep yetersizliği sorunlarıyla birlikte küresel krizi tetikleyen ve sürdüren ana nedeni oluşturmakta.
Veriler, en üst yüzde 1’lik gelire sahip ultrazenginlerin, 1980-2010 arasında gelirlerini ABD, Kanada ve Avustralya’da yüzde 60-70; İtalya’da yüzde 40; bir zamanların sosyal gönenç devletleri olarak anılan İskandinav ülkelerinde ise en az yüzde 50 oranında artırdığını belgeliyor. Gelir dağılımındaki bozulmanın nedenlerini açıklayan önemli olguların başında ulus-ötesi şirketlerin son otuz yılda elde ettikleri baş döndürücü servet birikimi yatmakta. İmalat sanayisinde faaliyet gösteren 1.318 adet en güçlü ulusötesi şirketin iştirakleri ve ortaklıkları ile birlikte imalat sanayii sektöründeki küresel gelirin yüzde 60’ını elde ettiği biliniyor. Bu resme küresel finans “oyuncularını” da eklediğimizde, servetlerdeki yoğunlaşmanın boyutları daha da netleşiyor: 2010 yılında sadece altı bankanın -Bank of America, JP Morgan Chase, Citigroup, Wells Fargo, Goldman Sachs and Morgan Stanley- küresel finans sektörünün yüzde 60’ını kontrol ettiği görülüyor.(*)

***

Küresel anlamda gelirlerin yoğunlaşması ve bozulması 1980’lerden bu yana ivmelenmiş. Söz konusu dönem küresel kapitalizmin merkezlerinde kârlılığın gerilemesi ve üretkenlik kazanımlarının yavaşlaması ile betimlenmekte. Siyasi anlamda da Margaret Thatcher’ları, Ronald Reagan’ları ve ülkemizde de 12 Eylül faşizmi ile birlikte Turgut Özal’ları yetiştiren bu dönem bir anlamda sermayenin içine düştüğü krizi aşmak için geliştirdiği emek aleyhtarı şiddet politikalarını yansıtıyor. Ana akım iktisat öğretisinin piyasayı kutsallaştıran ve toplumsal gerçeklerden soyutlayarak, teknikleştiren savları da bu dönemin ürünü.
Dönemin bir başka ilginç özelliği daha var: Borçlanma ve finansallaşma. Kapitalizmin emeğin gelirlerini gerileten saldırıları sonucunda küresel talebin daralmasının önüne geçmesi için, hane halklarının borçlanma yoluyla tüketici olarak korunması gerekli. Yeni geliştirilen finansal ürünler hane halklarının borçlanarak tüketim talebi yaratmalarına olanak sağlıyor. Finansallaşma, sermaye için bir diğer yandan da sanayiden elde edemediği kârları, finans sisteminin sanal değerleri üzerinden geliştirmesine yol açıyor. Aşağıdaki grafikte bu süreçleri kanımca son derece ilginç bir biçimde özetleyen iki veri sergilenmekte: 

Kaynak: Michael Robert Blog, “Is Inequality the Cause of Crises?”: http:// thenextrecession.wordpress.com/

ABD’de 1980’lerden bu yana hane halklarının milli gelire oran olarak toplam borçları yüzde 70’lerden başlayarak iki misline ulaşmış. Aynı dönemde en üst gelire sahip yüzde 5’lik kesimin toplam milli gelirden almakta olduğu payın da yüzde 22’den yüzde 34’e değin yükselmiş olduğu gözleniyor. Gelir dağılımındaki bozulmafinansallaşma ve borçlanma bir sarmal gibi birbirini besleyerek 2008 küresel krizinin önkoşullarını hazırlayarak bugünlere ulaşmış. 
Finansallaşma kapitalizmin kaçınılmaz krizlerini erteleyebilmek için geliştirilen en önemli araçlardan birisi. Diğerleri ise sosyal dışlanma, şiddet, çatışma ve demokratik kazanımların geriletilmesi.
-------------------------------------------------- 
(*) Veriler ve daha geniş bilgi için: Journal For A Progressive Economy, Mart 2014 (http:// www.progressiveeconomy.eu/)  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları