En derin yara

24 Nisan 2016 Pazar

Okuyacağınız yazı, mahkemelere yansıyan gerçek bir davanın konusu olup; bir yargıç tarafından yazılmıştır. Türkiye’nin ne yazık ki derin ve yaygın yarası ensest mağduru çocukların çaresizliği önünde, adaletin vicdan çığlığı sayılmalıdır:

Dilan ne yapsın?
Ağabeyi ile yaşadığı nem kokulu daracık odasındaki yer yatağında, kırık pencereden vuran sabah güneşiyle uyandı Dilan.
Karanlıkta kendisini kovalayan adamlardan kaçarken, uçurumdan düştüğü rüyanın etkisi altındaydı hâlâ. Henüz 13 yaşındaydı. Ama sobayı yakıp kahvaltıyı hazırlamak, okula gitmeden önce ortalığı toplamak zorundaydı. Çünkü ağır şeker hastası annesi de, kalp hastası olduğu için çalışamayan babası da yatalak sayılırdı.
Dokuz çocuklu ailenin en küçüğüydü. Kardeşleri, İstanbul’a taşındıktan sonra evlenip evden ayrılmışlardı. Bir ağabeyi de uyuşturucu satmaktan hapisteydi. Evin geçimini, lokantada bulaşık yıkayan on beşindeki ağabeyi İsa sağlamaya çalışıyordu. Belediyenin desteğiyle kıt kanaat geçiniyorlardı.

***

Okul dönüşü, odun almak için yarı inşaat halindeki evin arkasına gittiğinde yine onun beklediğini gördü. Kendisinden daha güçlü olduğu ve babasına söylemekle tehdit ettiği için kendisinden iki yaş büyük olan ağabeyi İsa’nın tacizine katlanmak zorunda kalıyordu, her seferinde.
İsa, her zamanki gibi organını gösterdi ve daha bir sürü şey… Yine kustu Dilan.
Banyoya girdi. Küçük bedeni titriyor, kendini kirli ve suçlu hissediyordu. Aklından bin türlü şey geçti. Okuldan aç döndüğünü umursamıyor, beyni karıncalanıyordu.
Tabureye çıktı, komşunun verdiği uzun banyo perdesini doladı boynuna. Kendini bıraktı. Boğazına dolanan perdeden boyun damarları şişmiş, gözleri yuvalarından fırlamış halde birkaç saniye asılı kaldı. Sonra gürültüyle kopan eski perdeyle birlikte banyonun zeminine yuvarlandı.
Yine ölmemişti. Yine kaçtı evden.
Arka mahalledeki kızların yanına gitti. Arsadaki ayva ağacının altında, isli ateşte ısınırken buldu onları. Kafasını bir hoş eden o şekerden verdiler. Sustu, anlatamadı yine. Zaten hepsinin başında yığınla dert vardı. Ne anlatacaktı ki?

***

Gece, polislerle birlikte arsaya gelen İsa, saçından çekerek götürdü onu eve. Sabaha dek sürdü, bilindik işkence. Ertesi gün okulda, sıra arkadaşı Ebru, boynundaki morluğu fark etti. Öğretmene, Dilan’ın yine kendisiyle konuşmadığını, boynunda yine o morluklar olduğunu anlattı.
Dilan’ın içe kapanmalarından, uzaklara dalıp gitmelerinden bir süredir şüphelenen öğretmenin çabalarıyla yurda yerleştirildiğinde; yaşadığı kâbus yeni bir biçim aldı. Aylardır kendisine türlü eziyetler eden, vücudunu ondan alan ağabeyi İsa tutuklanmıştı. Yatalak anne ve babasına bakacak kimse yoktu şimdi!
Yargılamalar, doktorlar, her seferinde onu yeniden kusturan muayeneler, psikologlar, avukatlar, yüksek bir kürsüden kendisini saatlerce sorgulayan garip giysili adamlar, kadınlar…
Geceler boyu uyuyamadı Dilan. Annesini, babasını ve ablası Saniye’nin söylediklerini düşündü: Büyük ağabeyleri Sami gibi İsa da hapse düşmüştü, hem de Dilan’ın yüzünden!
Eve kim para getirecekti? Komşuların yüzüne nasıl bakacaklardı? Köye nasıl gideceklerdi? Sami hapisten çıkınca neler olurdu acaba?
Değiştirdi ifadesini mahkemede, Dilan. Ablasının öğrettiği üzere, “İsa abim kıyafetime karışıyordu. Ona iftira attım’’ dedi.

***

Elbette inanmadı mahkeme.
Kadın yargıç: “Bireyin aileye, kız evladın erkek evlada feda edildiği bir toplumda; 13 yaşındaki bir çocuğun, ailesinden dışlandığı ve korktuğu için gerçekleri söylemeyi uzun süre sürdürmesi beklenemez. Saldırganın aile üzerinde sahip olduğu otorite, gelenekler, büyüğe koşulsuz itaat kültürü, ailenin mağdura gereken desteği vermemesi… Ensestin uzun süre ortaya çıkartılamamasının nedenidir’’ diye yazdı gerekçeye.
Zaten anne de dava boyunca, “Kızımın söyledikleri gerçek dışıdır, oğlumdan şikaâyetçi değilim!” diyebilmişti.
Sekiz yıldan biraz fazla ceza aldı ağabey. İyi halli olursa dört yıl hapiste yatacak.
Peki, bundan sonra Dilan ne yapacak?
İşte orasını Allah bilir.
Bu olay, yargıya yansıyan yüzlerce olaydan sadece birisi. Ya yargıya yansımadan sürüp gidenler?
Devlet büyükleri kamuoyu önünde kavgayı sertleştiredursunlar, çocuklarımız aile ortamında bile bedenlerini koruyamıyorlar!
Koruyamadığımız çocuklarımız, ileride bunun acısını topluma ve kendilerine zarar vererek çıkartacaklar.
Zaten çıkartıyorlar.

NUH HÜSEYİN KÖSE
Asliye Ceza Hâkimi
İstanbul Yargıçlar Sendikası Temsilcisi  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kızgın Boğa 21 Nisan 2024
Kıyamete hazırlık 14 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları