Abdülkadir Yücelman

Zengin, şık ve sade bir yaşam

07 Ağustos 2008 Perşembe

Yüz otuz bin nüfuslu minyatür bir kent düşünün. Aslında kasabadan farksız görüntüsüne karşın dünyada yaşam kalitesi en yüksek kent.

Daha Cenevre’ye iner inmez şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Sessiz, sakin, işi gücü nedir bilemem ama kendi hallerinde, giyim kuşamları da pek öyle ahım şahım olmayan insanların yaşadığı bir kasaba meydanındaydım. Otelimize götüren şoför Marcel, 60’lı yıllara dayanmış, ununu elemiş, eleğini duvara asmış, dünya umurunda değil havasında. Başka insanlara bakıyorum, Marcel’e benziyor çoğu, kısacası “acelesi olmayanlar” kentine geldiğime kanaat getirdim.

Davetlisi olduğum Coca Cola, konuk ettiği her grup gibi bizi de tarihi “Restaurant les Armures” e götürdü. Gerçekten de Avusturya Almanya benzeri küçük küçük odalardan oluşan tarihi bir mekan. Butik restoranın sahibi övünerek bir konuk defteri gösterdi, Clinton ile Hillary burada yemek yemişler, üst kattaki butik odalardan birinde de sabahlamışlar.

ABD’li çiftin fondüyü çok beğendiklerini aynı mönüyü bize de vereceklerini söyledi. Bir ispirto ocağı ile içinde eritilmiş İsviçre peyniri olan bir tencere ve de uzun saplı çatallar getiren ahçıbaşı fondünün tarifini de anlattı. Masanın ortasına konulan tencereye çatallarımıza sapladığımız ekmek parçaları ile battık çıktık. Otele dönerken ellerinde bayraklarla, kırmızı beyaz şapka ve giysileri ile sokakları dolduran yurttaşlarımızla karşılaştık. Bir o kadar da Çek vardı Cenevre sokaklarında, gruplar karşılaştıklarında ise Cenevre polisinin korktuğu hiç bir şey başına gelmedi. Peki ya İsviçreliler; onlar galiba Cenevre’yi Türklere ve Çeklere bırakmışlardı.

Gündüz gözü ile acaba nasıldı Cenevre... Çeklerle bizim gürültümüz onları pek ilgilendirmemiş olmalı ki sadece açık hava restoranlarında ve kafeteryalarda oturup bira içmek ve domuz sosisi yemek onları mutlu ediyordu. Belki de kendi takımlarından umutlu değillerdi ve futbol ile ilgilenmez görünüyorlardı. Neyse... Ama görünen o ki dükkanların kapalı olduğu bir pazar günü caddeleri terk eden Cenevreliler parkları, Leman Gölü’ndeki gemi gezintilerini, dev dönme dolap heyecanını kendilerine ayırmışlardı..

Cenevre iş merkezi, ticaret merkezi, uluslararası holdinglerin, uluslararası bankaların, borsa uzmanlarının doluştuğu bir dünya bankası, dünyanın para kasası. Dünya zenginlerinin parasını koruyarak, yani paradan para kazanan bir iş ve uluslararası fuar merkezi ve festivaller kenti... Birleşmiş Milletler’in, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün, Kızılhaç Örgütü’nün, Unesco’nun kısacası 199 ülkenin temsilciliğine ev sahipliği yapan bir kentti Cenevre.

Cenevre’de halk Fransızca konuşuyor, hatta İngilizce, Almanca bilse bile yine Fransa sınırına yakın olması nedeniyle Fransızca konuşmayı tercih ediyor.

Leman Gölü Cenevre’nin lunaparkı gibi. Leman Gölü’nün kıyıya yakın bir bölümünde 140 metre dek fışkıran suyun üstüne konulan bir futbol topu Avrupa şampiyonasının simgesiymiş. Aslında bu fışkıran su çok daha önceki yıllardan beri varmış ama Cenevre Belediyesi şampiyona için ayrı bir simge çalışması için “ne gerek var, suyun üstüne bir top koyarsak, simge olur” demiş. Cenevre tertemiz bir kent, sağanak yağmura tutulduk, yarım saat sonra su diye bir şey kalmamıştı. Adamlar dünya zengini ama demek ki paranın nereye harcanacağını biliyor.

Leman Gölü’nü kesen köprünün hemen yanındaki küçük adaya filozof Jean Jack Rousseau’nun adını vermişler. Yine gölün kenarındaki parkta tıkır tıkır çalışan ilginç bir saat vardı. Rehberimiz bu saatin dört bin çiçekten oluştuğunu söyledi.

Cenevre’nin en büyük meydanı Nouve, iki ana caddeye açılıyor. Bu iki caddeyi gezdiniz mi Cenevre bitti demektir. Peki ne var bu caddelerde derseniz, gezmeseniz iyi olur derim. Dev marka mağazaları ile dolu bu caddede dudak uçuklatan etiketler, mücevher ve saat vitrinleri, modası geçmiş ama fiyatları hala astronomik erkek giysileri ile İsviçre’nin sosisli lahana, makarna çorbası pastırmalı patates, sebzeli ve bol baharatlı bifteğini müşterilerine sunan restoranlar... İşte Cenevre diyecektim aklıma geldi, çikolatalarını tarif etmem olanaksız bakıp geçtim, çünkü sabah akşam aldığım ensülün yetmeyebilir.

Pazar günü Lozan’a gidip Olimpiyat Müzesi’ni görmek istemiştim, Güntay Kıpçak dostum müzelerin pazar günleri kapalı olduğunu söyleyince planım suya düştü. Sadece açık hava müzelerinin fotoğraflarını çekebildim. En ilginç olanı ise bir ayağını mayında kaybetmiş bir insanı simgeleyen üç ayaklı iskemleydi, diğeri ise dünyadaki birbirinden farklı milletlerin bir havuzda birleştiklerini gösteren Birleşmiş Milletler’in önündeki fıskiyeler...

Cenevre’de bir buçuk günlük izlenimlerim böyle. Cenevre’ye gitseniz de olur gitmeseniz de. Ama Leman Gölü’nün kıyısından gördüğüm kartpostal kadar güzel Alp Dağları‘nın cazibesine kapılıp İsviçere’ye milyar dolar döviz getirenlere hak vermiyor da değilim.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aragones İkilem İçinde 10 Ağustos 2008

Günün Köşe Yazıları