Bir düğünden post-İslamizme yol çıkaran antropoloji

22 Mayıs 2016 Pazar

Yasin Aktay, Sümeyye Erdoğan’ın düğün, pardon NİKÂH töreni üzerine yazıma (“Fatıma’dan Sümeyye’ye”) karşı bir yazı kaleme aldı Yeni Şafak’ta. Başlığa bayıldım ve, umarım izni vardır, onu aynen bu yazıma başlık yapıyorum!..
Aktay’la tanışıklığımız var. Bir hukukumuz olduğunu da düşünürüm. Elbette anlaşamasak bile en azından birbirimizi anladığımızı da düşünürdüm.
Ama yazdıklarını okuyunca ne benim onu anlayabildiğimi, ne de onun beni anlayabildiğini düşünme noktasına geriledim.
Yazımın Sümeyye Erdoğan-Selçuk Bayraktar çiftine kem gözle bakmayı baştan kafasına koymuş olduğunu iddia etmesi, ağır bir itham olmaktan öte beni hiç anlamamış olduğuna delalet ediyor. Basına yansıyan haberlerden hareketle bir yazı kaleme aldım. Yanlışlarını işaret edip eleştirebilirsiniz. Ama ben neden bu çifte kem gözle bakayım? İslâm düşmanı, dindarlık düşmanı, muhafazakârlık düşmanı olduğum için mi?! Yoksa Erdoğan ailesine düşman olduğum için mi?..
Böyle olmadığımı, beni tanıdığı, hatta söz konusu yazımdan dolayı antropolojik kariyerimi itibarsızlaştırma yolunda kendi yazısında araçsallaştırdığı kitabım “Din Hayattan Çıkar”ı okuduğu kadarıyla bildiğini sanırdım. Yanılmışım.
Aktay, Sümeyye Erdoğan’ın nikâh törenini düğün diye ifade etmiş olmamın üzerine giderek bununla Peygamber’in kızının evlilik törenini kıyaslayan, sonra da post-İslamizmle bağlantı kuran görüşlerimi yeriyor. Oradan da akademik kariyerimi bir köşe yazısı üzerinden sorguya açıyor. Geçen cumartesi sabahından itibaren, hatta sonrasında da pek çok yerde törenin “düğün” diye zikredilmesiyle oluşmuş yaygın yanlışlığın tüm faturasını bana kesmiş, sağ olsun!..
Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı’na İmam Humeyni’nin yaşadığı hayatı tavsiye ettiğim veya bir “yaralı bilinç” haline yakalandığım gibi hayli spekülatif okumalarını geçelim. Esas antropolojiden girdi ya, oradan devam ediyor ve nikâh törenini görmeden, “yaşamadan”, yani antropolojik dille söyleyecek olursak “katılarak gözlem” yapmadan yazıyı kaleme aldığımı söylüyor.
Doğru. Çünkü böyle bir “görme-yaşama” yolunda bırakın törene daveti, bırakın törenin kıyısından da geçmeyi, onun birkaç kilometre yakınına gelmek bile mümkün değildi ki!..
Nikâh “Devlet”in olunca halk, nikâha katılmak ne kelime, kendisine zehir edilmiş bir gün yaşadı.
1990’ların siyasi cinayetlerle dolu ve bu cinayetlerin İslâmi kesimi töhmet altında bıraktığı, dolayısıyla cemaatlerin kapılarının “dışarıdan” olanlara sıkı sıkıya kapalı olduğu günlerde ben bir Nakşibendi çevrenin dünyasına antropolojik çalışma yapmak için girebildim.
Ama bugün, dindarmuhafazakârlığın mağdurluktan çıkıp mağrurluğa vasıl olduğu AKP iktidarında böylesi bir törene, Aktay’ın dediği gibi “iyi bir antropolojik ilgi” ile katılmak bir yana yamacından bile geçemedim.
“Antropolojiyi post-İslamizme yol çıkarma”ya sevk etmiş bir motivasyon yazımda mevcutsa eğer onun düşündüğü gibi, olsa olsa bundandır!..
O yüzden, adını düğün ya da nikâh koyup koymamayı, yeme-içme, müzik-eğlence yoktu, Kur’an vardı demeyi geçin! Ya da bunları bizi tenkit etmek için zikredin de bırakın sadeliğin, tevazuun varlığını bunlara dayandırmayı…
Törenle toplumun, liderle ahalinin ilişkisine bakın bakalım ne olacak?
Orada bir keskin “asimetri” var mı yok mu, onu tartışalım. Hani şu, yazınızın başındaki “o seviyede birileri” ifadenizi açalım, “seviye” farkı, farklılaşması, kurumsallaşması üzerinde duralım.
Elbette “Asr-ı Saadet”e ilişkin pek çok anlatı da idealize edilmiştir, ama sonuçta İslâmcılık için bunlar ölçüdür, öyle değil mi?
Yukarıda bahsettiğim Nakşilik çalışmamı yaparken karşıma çıkmış bir Batılı mühtedinin, onu İslâm’a yönelten sebebi böylesi bir ölçüye vurguyla şöyle belirttiğini hatırlıyorum:
“Peygamber, eşitler arasında birinciydi.”
Şimdi bakalım, şu evlilik töreninin organizasyonundan gerçekleşmesine kadar karşımıza çıkan tabloda böyle bir “idealleştirme”den hiç olmazsa bir parça esin var mı acaba?..
Eğer yoksa...
Sokaklarda insanlar trafiğe kapalı yollardan dolayı isyan etmişse…
Vatandaş yer yer polisle kafa kafaya gelmişse…
Yurttaşlar, “80 milyon var bu ülkede, bir tek Erdoğan yok” diye tepki göstermişse…
Çevre binalarda keskin nişancılar herkesi güvercin ürkekliğiyle yürür hale getirmişse…
Halkla tören arasına barikatlar kurulmuş, yoksulluğu, perişanlığı örtmek için beyaz çarşaflar gerilmişse...
O zaman, kusura bakmayın ama bu tablonun adını “İslâmcılık” olarak zor koyarsınız!..
Eğer “post-İslamizm” de koymak istemiyorsanız, “post-mortem İslamizm” demekten başkası da kurtarmaz.
Ve maalesef, isteseniz de istemeseniz de…
Böyle olur “Kisrâ”ların düğünü…
Pardon, nikâhı!..  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları