Çiğdem Toker

Büyük Taarruz ya da Malazgirt

23 Mayıs 2016 Pazartesi

Birkaç haftadır biliyorduk:
Davutoğlu, -Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın yeni ifadesiyle- “Tayyip”in- başkanlık ihtirası konusunda, beklenen performansı sergileyemediği için tasfiye edilmişti.
Bu tutkunun şiddetini görebilmek için, iki kavşağın dönülmesini beklemek gerekti:
- Meclis’te dokunulmazlıkların kaldırılması oylaması (20 Mayıs),
- AKP 2. Olağanüstü Kongresi- Binali Yıldırım’ın konuşması (22 Mayıs).
Biri yasama, diğeri yürütmeyi ilgilendiren ve Davutoğlu’nun tasfiyesiyle iç içe ilerleyen iki agresif adım arasında, 48 saat olması rastlantı değil.

Medyanın hali
Bu kısacık süre, başkanlık ihtirasının, sürat telaşını yansıtıyor şüphesiz.
Ek olarak, paramiliter güç kıvamına çoktan ulaşmış ana akım medya üzerinden, toplumu psikolojik kuşatma altına almaya yaradı.
Dün haber kanalları gün boyunca, sunucularından seçilmiş konuklarına; her saat her dakika başkanlık sistemine ne kadar ihtiyacımız olduğu konusunda ikna etmeye çalıştılar toplumu. (İktidar diliyle “milleti”.)
Sürdürdüğünüz gündelik hayat içinde, aslında zerrece yeri olmayacak bir ürüne ihtiyaç yaratıp satış hedefleyen reklam jeneriklerinden farksızdı canlı yayınların çoğu.
Zorlama heyecan ve sahte neşelerle sanki başka bir dünya imkânsızmış gibi tasarlanıp sunulan rıza üretme yayınlarının ardında; korku, baskı ve çok kademeli dünyevi çıkarlar olduğunu ise bilen biliyor.

Meclis yetkisi Saray’da
Dokunulmazlıkların kaldırılması oylaması, muhalefet milletvekillerini cezaevine gönderecek süreci açarken, parlamentoyu değersizleştirme işlevi görüyor.
Askıya alınmış” parlamenter rejimin ilk erki yasamanın kontrolü, fiilen Saray’a devredilirken, kendisini -nedense- ağır bir milliyetçi baskı altında hisseden ana muhalefet partisini, günden güne derinleşeceği açık bir çalkantının ortasına da attı.
Binali Yıldırım, dün işte bu atmosfer içinde ve “seçim” görüntüsüyle genel başkanlığa atandı.
Kongre’nin zihinsel tasarım mimarisinin ayrıntılarını alt alta koyduğunuzda, Davutoğlu tasfiyesinin gerekçeler listesine ulaşıyordunuz:
Erdoğan’ın, salonun hazır ola geçerek dinlediği “Yeni anayasa ve sistem arayışının çarpık uygulamayı ortadan kaldıracağı” mesajı, sahneye Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçiminde hazırlanan “Dombra” eşliğinde çıkan Yıldırım’ın, “Başkanlığa hazır mısınız” sorusunu üç kez sorması bu ayrıntılardan sadece ikisi.

Takvim rövanşizmi
Asıl dikkatimi çeken ayrıntı, AKP’nin bildim bileli, mühendis titizliğiyle çalıştığı “takvim üzerinden rövanşizmin” ulaştığı boyut oldu. 12 Eylül Darbesi’nin yıldönümünde anayasa referandumu, 28 Şubat yıldönümünde 4+4+4 yasasını çıkaran AKP’nin yeni genel başkanının dün açıkladığı iki tarihin içinde, tasavvur edilen başkanlık tipinin ipuçları saklıydı.
Binali Yıldırım’ın 3. havalimanı için açıkladığı 26 Şubat, 3. köprü için açıkladığı 26 Ağustos tarihlerinin denk geldiği yıldönümleri şu:
26 Şubat Erdoğan’ın (ve aynı zamanda Davutoğlu’nun) doğum günü. 3. Köprü’nün açılış tarihi olarak verilen 26 Ağustos ise hem Büyük Taarruz hem de Malazgirt’te Selçuklu ordularının Bizans’ı yendiği tarihin yıldönümleri.
Anlaşılan o ki, öteden beri izlediğimiz takvim rövanşizmi, başkanlığa beş kala boyut değiştirmiş durumda.
Doğum gününde dünyanın en büyük havalimanını; Kurtuluş Savaşı ve Malazgirt yıldönümlerinde ise 3. köprüyü açmayı hedefleyen, bu hedefler üzerinden propaganda yürütmeye başlayan bir başkanlık tasavvuru var karşımızda.
Meseleyi, büyük altyapı projeleri üzerinden rejim sembolizmi keyfi sürecek noktaya vardıran bu tasavvur karşısında, muhalefetin, tutuklanma tehdidi yaşamaya başlaması ise bir hayli dramatik.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Hoşça kalın 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları