Avrupa ile nefes kesen ‘kopuş’

28 Mayıs 2016 Cumartesi

Düsseldorf- Bulunduğumuz süreci en veciz biçimde Avrupa Parlamentosu’nun Alman Başkanı Martin Schulz tanımladı:
“Türkiye, Avrupa değerlerinden nefes kesen hızla uzaklaşıyor. AB üyeliği imkânsız hale geliyor” dedi; Türkiye’nin damardan “tek adam devleti olma yolunda ilerlediğini” söyledi.
Bu mutasyonu en yıkıcı haliyle dışarda ilişkilerin “bilek güreşine” dönüştüğü Almanya’dan izliyorsunuz.
Bu ülkede geçirdiğim son bir haftada Almancada bellediğim ilk sözcüklerden biri “droht” oldu.
Erdoğan adıyla her vesileyle yan yana karşılaştığım bu sözcük “tehdit” demekmiş.
Türkiye ile ilişkiler hep böyle biteviye “tehdit, şantaj, güç denemesi” ifadeleriyle tarif ediliyor.
Girdiğiniz herhangi bir restoranda yan masadaki Almanların hararetle Türkiye ve Erdoğan konuşmaları sürprizden sayılmıyor.

Zurnanın zırt dediği yer
Alman kamuoyu malum nedenlerle Türkiye’de olup bitenlerle had derecede ilgili.
Almanya’daki büyük Türk nüfusun dışında… Türkiye’de her geçen gün dozu arttırılarak sürdürülen ifade özgürlüğüne yönelik baskıların son halkasının Böhmermann olması, ilgiyi arttırmış.
Üstüne, Merkel’le Erdoğan’ın karşılıklı restleşmesine dönüşen “sığınmacı” ve “vize anlaşmaları” krizi gelince hassasiyet katlanmış.
En son parlamentoda milletvekillerinin “dokunulmazlıkların
kaldırılması” için verdiği evet oyu Türkiye’nin artık “yön kaybının” iflah olmaz bir dönüm noktasına ulaştığı şeklinde algılanmış.
Merkel, İstanbul’da sivil toplum temsilcileri ile yaptığı son görüşmede, TBMM üyelerinin dokunulmazlıklarını kaldırmak için kullandıkları oy karşısında duyduğu şaşkınlığı şöyle ifade etmişti:
“Bizde bu kadar milletvekilinin dokunulmazlıkları kalksa, Alman halkı ‘Nasıl böyle bir şey olur’ diye sorar.”
Bu dumur hali sırf Merkel’le sınırlı değil.
Alman toplumunun geniş kesiti, hangi kesimden ya da görüşten olursa olsun; Alman şansölyesi ile bu konuda paralel düşünüyor.
Milletvekili dokunulmazlıklarına bırakın tepki vermeyi; buna Türkiye’de “hayır” diyecek milletvekillerini köşeye sıkıştıracak kertede kamuoyunun güle oynaya bu girişimi desteklemesi; “zurnanın zırt dediği yer” olarak görülüyor.

Rubikon geçildi
Bu tam “zurnanın zırt dediği yer” konusunda, “Westdeutsche Zeitung”da (20 Mayıs) “Otokrasiler ve Demokrasiler” isimli çok çarpıcı bir yazı vardı.
Yazı mealen şöyleydi: “Hemen hemen Çin dışındaki tüm ülkeler demokrasi olduklarını iddia ederler. Oysa gerçek demokrasilerin vazgeçilmez prensipleri vardır. Parlamenter dokunulmazlık bunlardan biridir. Buna karşın otokratlar ellerine geçirdikleri ilk fırsatta ilk iş bu dokunulmazlıkları çiğnerler. Ankara’daki son oylamayla, Türkiye’nin olası AB üyeliğini imkânsızlaştıran bir Rubikon hattı geçildi. Avrupa demokrasilerini bir arada tutan onlarca kural vardır. Bunlar içinde en yaşamsal olanı (yurttaş düzeyinde) ittirilip kaktırılmayı hiçbir şekilde kabul etmemektir. Bir diğeri de sistemin her daim demokratik değişimlere açık olmasıdır...”
Türkiye’de işte bu iki can alıcı kuralın yerinde artık yeller esiyor.
Yurttaşlar, seçtikleri vekillerin baskı altına alınmasına itirazda bulunmadıkları gibi, buna çoğunluk düzeyinde alkış tutuyorlar.
Ve barışçı, demokratik değişimin de yolu tıkanmış oluyor.
Bu itibarla Almanya’da yapılan son anketler yüzde 85 ağırlığında bir kitlenin Türkiye’yi artık “güvenilmez” bulduğunu söylüyor. Benzer büyüklükte bir kesim; Erdoğan Türkiye’sini bundan böyle bir demokrasi olarak görmüyor.
Bu büyük paradigma değişikliklerinin ağırlığını, hemen önümüzdeki günlerde Bundestag’da 2 Haziran’da yapılacak “Ermeni soykırımı tasarısı” oylaması üzerinde göreceğiz. Ona da başka yazıda devam ederiz.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sevgiliye Mektuplar 24 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları