Ne kadar düşman o kadar şan

29 Mayıs 2016 Pazar

Düsseldorf - Nilgün Cerrahoğlu Merkel beş ayda beş kez geldiği Türkiye’de, Cumhurbaşkanı’yla yeni görüştü.
Sığınmacı anlaşması, vize muafiyeti, iç politikadaki “kaygı verici gelişmeler”in yanı sıra; “Ermeni soykırımı oylaması” da görüşmelerde konu edildi mi, edilmedi mi bilmiyoruz.
Bundestag’da 2 Haziran’da geçmesi beklenen “soykırım kararı” üzerine RTE Şansölyeye bildiğimiz kadarıyla bir “one minute” çıkışında bulunmadı.
Geçen yıllarda Batı parlamentolarında gündeme gelen “Ermeni tasarıları” oylamaları öncesinde yaşanan fırtınalar düşünüldüğünde, Ankara’daki bu sessizlik garip değil mi?
Neye yormalıyız bu sessizliği?
Kimbilir belki de Erdoğan’ın Batı’yla mesafenin artık tamiri olmayan biçimde açılmasına itirazı yoktur…

İçte ve dışta tırmanış
Faşist İtalya’da her duvarda yazılı olan Mussolini’nin ünlü “Ne kadar düşman, o kadar şan!” sözlerini hatırlatan şekilde RTE de belki Batı’yla köprülerin sonuna dek yakılmasında mahsur görmüyor...
İçerde Kürt sorunundaki tırmanma ve kutuplaşma başkanlık projesine giden yolun taşlarını nasıl döşemekteyse; dışta da krizlerin alevlenmesi; RTE’nin “siz kendi yolunuza, biz kendi yolumuza, bitaraf olan bertaraf olur” söylemlerini pekiştirir.
Parlamentolarından Ermeni soykırımı kararları geçiren çifte standartlı Batı’nın Türkiye eleştirilerine kulak asmak yerine, “milli irade”ye bu durumda sorgusuz sualsiz “sağlam irade” yanında pozisyon almak kalır.
Grinin bütün tonları yerine, millete “akkara” bir tablo sunmak kolaylaşır.
Ufuktaki fırtınanın büyüklüğüne rağmen Erdoğan’ın sessiz kalmasının diğer nedeni; Almanya’da iktidar ve muhalefetin ortak girişimiyle hazırlanan 2 Haziran oylamasının kesin denecek olasılıkla Bundestag’dan geçecek görünmesidir.
Bağırıp çağırmanın bir şey değiştirmeyeceğini önden gördüğü için RTE sessiz kalmayı yeğlemiş olabilir.
Sonucu belli olan bir konuda netice almayacak şekilde esip gürlemesi, kendisi için sadece yenilginin ağırlığını arttıracağından; Erdoğan bu kez tribünler önünde suskun kalmayı tercih etmiştir.

‘Demokratik değil’ algısı
Tüm bunlar Ankara’nın elini zayıflatan şeyler.
Türkiye’nin elini zayıflatan en önemli gelişme de artık demokratik bir ülke olarak algılanmaması.
Almanların yüzde 85’i Türkiye’yi “güvenilmez” buluyor. Yüzde 83, Erdoğan’ı “demokrat” olarak görmüyor.
“Ermeni soykırımı kararı” arifesinde muhalefette Cem Özdemir; “Alman Federal Meclisi Erdoğan gibi bir despotun baskılarına boyun eğemez!” diyerek gürlüyor.
Özdemir soy bağı nedeniyle eleştiriliyor ama neylersiniz ki Türk kökenli politikacı, sırf kişisel bir duruşu değil Almanya’da siyasi yelpazenin her kanadına hâkim olan bir kanıyı yansıtıyor.
Bir haftadır Almanya’dayım. Gazetelerde her gün bu “Türkiye artık demokrasi olmayan ülke” algısı işleniyor.
Restoranda yan masa komşularından, bindiğim taksinin şoförüne dek kiminle konuşsam “yeni Türkiye” teşhisi böyle.
Almanya’da Türkiye, “partner” algısını ve itibarını yitirmiş. Dört dörtlük Ortadoğu ülkesi olduğuna dair kanı kökleşmiş. AB’deki “aday ülke” konumundan gelen kaldıraç gücü yitirilmiş.
Hal böyle olunca 2 Haziran oylaması “demokratik bir AB ülkesinin”, “demokratik olmayan bir Ortadoğu ülkesi” hakkında aldığı karar olarak kayda geçecek.
Türkiye tezlerinin haklılığı/haksızlığının -heyhat!- artık kıymeti harbiyesi yok.
Bunca asimetrik bir durumda “moral high ground” denen ahlaki üstünlük, kafadan “demokratik rejimlerden” yana oluyor. Tarafların argümanlarının içeriği uzun boylu hesaba katılmıyor.
Almanya gibi AB’nin en tayin edici ülkesinde “Ermeni soykırımı kararı” şimdiye kadar oylanmadı oylanmadı da, neden bugün, tam şimdi Türkiye’de “rejim mutasyonu” yaşanırken gündem oluyor sanıyorsunuz?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024
31 Mart’ın bahsi 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları