Yurttaş Hukuku Üzerine

29 Mayıs 2016 Pazar

Amerikan yargısının, üstü kapatılmaya çalışılmış, siyasetin açıkça işe karıştığı bir mizansenle yok sayılmış yolsuzluğu ele alması hepimizi sevindirmedi mi? Açık konuşalım ki, yazılar, yorumlar, sosyal medya bu sevincin insanı utandıran işaretleri, kısa mesajları, twit gülücükleri ile doludur. İlhan Cihaner’in Karşı Gazete’deki söyleşide bu sevindirik olma halinden “utandığını” söylemesi bu acı gerçeği yüzümüze vurmadı mı?

***

ABD’li savcının siyasetle iç içe kotarılmış, Türkiye tarihinin belki de en büyük yolsuzluğuna el atması bizi neden sevindirdi? İki nedeni var: Birincisi; Türkiye’de yargı, arada bir aldığı arızi kararlar bir yana bırakılırsa iflas halindedir. Özellikle 17-25 Aralık soruşturmalarında her türden ilkeyi altüst eden tutum yürütmenin yargı üzerindeki tahakkümünü kanıtladı. İkincisi; yurttaşın hukuktan, adaletten umudunu kesmiş olması, bir çıkış arayışıdır. Genel kanı yargının, mutlak egemenliğini ilan etmeye hazırlanan otoritenin hizmetinde olduğu yönündedir. Bir iki eksik de önümüzdeki günlerde tamamlanacak, yargı “hukuksuzluğun meşru sayıldığı rejimin” parçası haline gelecektir.

***

Yazıyı buraya kadar sabırla okuyan bazı arkadaşların “Sen hangi hukuktan söz ediyorsun?” dediğini duyar gibiyim. Kuşkusuz sözünü ettiğim hukuk “ekonomik, politik sistemin hukuku”dur. Mülkiyet esasına dayanan o hukukun da bir iç tutarlılığı vardı; artık yoktur. ABD yargısının uluslararası boyuttaki yolsuzluğa el atmasına, en azından konunun yeniden gündeme gelmesini sağlamasına sevineceksek, sevinmekle kalmayalım; Cihaner’in yaptığı gibi itirazımızı eyleme dökelim. O hukuktan geriye ne kalmışsa işletmeye çalışalım.

***

Bundan ötesi ve iyisi, yurttaşın kendi hukukunu savunabilmek için harekete geçmesi olacaktır. Ve galiba Amerikalı Bharara’nın soruşturmasına sevinmeyi haklı kılacak tek yol da yurttaşın kendi haklarına, kendi hukukuna sahip çıkmasıdır. Bu nasıl olacak, yurttaş hukukuna nasıl sahip çıkacak? Zaten her köşesinden su alan, işlemesi imkânsız “Temsili Demokrasi” hepten iflas etmişse, yurttaş “Doğrudan Demokrasi”nin olanaklarını harekete geçirmek zorundadır. İktidarın Temsili, tek kişiye itaata dönüştürme çabalarıyla demokrasiyi sıfırladığını görüyorsak, geriye halkın evrensel olduğu söylenen ilkeleri doğrudan dile getirmesi kalmaz mı?

***

İşte buna “Doğrudan demokrasi” deniliyor. Çık, sözünü temsilsiz söyle; kendin söyle, nerede bir meclis, kürsü, meydan, sokak bulursan orada söyle, hukukçu yurttaşı göreve çağıracak olan sensin; çağır öyleyse. Baskının korkutup sindirdiği savcı, yalnızca senden cesaret alabilir. Karar verirken, sürgünü, görevden alınmayı düşünen yurttaş yargıç ancak o zaman özgürce karar verebilir. Ve işte o zaman rejim değişikliği için kolları sıvayanlar bunun birdenbire hayale dönüştüğünü görüp Bharara’nın ülkesinden yardım istemeye, “hangi yol, hangi yöntem bizi kurtarabilir” diye sorgu sual etmeye başlayacaklardır.
Demek ki taşların yerine oturması bile yurttaşın doğrudan demokrasi olanaklarına sahip çıkmasına, sistemin düzenini İslamcı Otoriter rejime çevirmeye çalışanlara sıkı bir ders vermesine, kendine daha uygun bir sistemin kapılarını açmasına bağlı.
Bharara’ya selamlarımızı gönderip işe koyulalım öyleyse...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları