Eğitimde kurumlaşma ve karartma...

30 Mayıs 2016 Pazartesi

Aydınlanma’yı hedefleyen bir kültürün oluşmasını sağlamanın tek yolu, kurumlaşmış bir eğitimi yerleşik kılmaktır.
Ünlü Amerikalı kültür tarihçisi Will Durant, “İnsanlığın Kültür Tarihi” başlıklı dev eserinin birinci cildinin girişinde, “Kültürün Oluşması” başlığı altında kültür için şu tanımı verir: “Kültür, yaratıcı etkinliğe zemin hazırlayan toplumsal düzendir.” İşte ancak böyle bir toplumsal düzen, inançlar (dogmalar) ile düşünce arasındaki yüzyıllara yayılan savaşımda evrime açık, başka deyişle eleştirel düşüncenin galip gelmesini sağlayabilir.
Bu savaşımda düşüncenin en etkili silahı, kurumlaşmış, başka deyişle ilerleyişinin her aşamasında geçmişin tüm deneyimlerini değerlendiren ve aydınlanma hedefine bu değerlendirmenin basamaklarından çıkarak ulaşacak örgütlü bir eğitim sistemidir.

Örgütlü eğitim ve toplumsal yapı…
Örgütlü eğitim, aynı zamanda uygulanacağı toplumun, başta tarihsel gelişim ve koşulları olmak üzere, tüm yapısal özelliklerini göz önünde bulunduran gerçekçi bir eğitim sistemi anlamına gelir. Eğitimin geçerli kılınmasının hedeflendiği toplumda tarihin akışı boyunca nasıl bir kültür dilinin yerleşmiş olduğunu doğru saptamak ve bu dil içersinde geleceğe (aydınlamaya) yönelik ilerleyişleri engelleyebilecek öğeler varsa onları tasfiye edip yerlerine, Kant’ın ünlü “Aydınlanma” tanımında sözünü ettiği “kendi kusuru ile ergenleşmeme halini yaşamakta olan bireyin bu halden kurtulmasını sağlayacak” araçları koymak, olumlu anlamda kurumsallaşmış bir eğitimin olmazsa olmaz koşuları arasındadır.
Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919’da başlattığı ve ilk aşaması Milli Mücadele’nin kazanılmasıyla noktalanan Anadolu İhtilali’nin devam edebilmesi için böyle bir eğitim sisteminin yeni kurulan Cumhuriyet’te gerçekleştirilebilmesini koşul saymıştı. Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923-1938 arasında, başta Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumu ve -1937’de- Köy Enstitüleri’nin kuruluş çalışmalarının başlatılması olmak üzere, bilim, sanat ve düşünce alanındaki tüm girişimleri ancak bu bütünlük içersinde okunabildiği -ve okutulabildiği- takdirde Anadolu İhtilali’nin taşları yerine doğru oturtulabilir.

‘Köy Enstitüleri’ ve sonraki ‘karartma’…
Hazırlıkları 1937’de başlatılan, 1940’ta yasa ile kurulan, altı yıllık eşsiz bir aydınlanma maratonunun ardından 1946’da çok partili dönemin başladığı gerekçesi ile altı oyulmaya başlanan ve sonunda 1953 yılında kapatılan Köy Enstitüleri ile ilgili olarak Sabahattin Eyüboğlu, 1964’te yazdığı “Köy Enstitüleri’ni Kuran Düşünce” başlıklı ve “Mavi ve Kara” adlı kitabında yer alan denemesinde şunları söyler: “Yeni Türkiye sözcüsünün köyde kalabilmesi için en az imam kadar köylü olabilmesi, köyün geçimine, yaşamına karışması (…), köylünün kaderini paylaşması ve değiştirebileceği kadar değiştirmesi gerekiyordu (…). Köy Enstitüleri onun için yeni bir öğretmen tipi yaratmaya çalıştılar, içine kapanık okul ve karatahta geleneklerini kırdılar, işe dayanan bir eğitim ve öğretim yolunu aradılar ve buldular (…). Din ahlakı yerine iş ve bilim ahlakını getirmek, kelimenin tam anlamıyla laik bir eğitimi gerçekleştirmek kurucuların ana ilkelerinden biriydi…
Köy Enstitüleri, Anadolu İhtilali’ni izleyen, ne yazık ki çok kısa ömürlü “Anadolu Aydınlanması”nın tarihidir. Bu kurumların kapatılmasından bu yana uzanan zaman parçası ise aydınlık bir kurumlaşmanın yerini gittikçe yoğunlaşan bir karartmaya bıraktığı dönemdir…  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları