Ahmet İnsel

Faşizm, diktatörlük ve geçiş dönemi

31 Mayıs 2016 Salı

Türkiye’de yönetimin niteliği konusunda otoriterlik tanımı yanlış değil. Ama yetersiz kalıyor. Yalnız yurtdışında veya Türkiye’de muhalif çevreler arasında değil, muhafazakâr kesimin içinde de işin sıradan bir otoriterliği aşmaya başladığı konusunda kaygılar dile getiriliyor.
Türkiye’de bugün sadece yönetim tarzının değil, rejimin de otoriter olduğu kuşkusuz. Serbest seçimle desteklenen bir otoriterizm bu. Giderek seçimlerin serbestliğini de daraltma, yönetimin makbul siyasal partileriyle yasal siyasal alanı sınırlama eğilimi kendini açıkça gösteriyor. Bu eğilim şimdiki yönetime özgü değil. Kilit taşını Tayyip Erdoğan’ın oluşturduğu AKP ve devlet bütünleşmesinin otoriterliği, hem kurumsal olarak hem de siyasal pratikler açısından kopuşa değil, büyük ölçüde tarihsel sürekliliğe dayanıyor.
Ne var ki son MGK toplantısında alınan kararlarda olduğu gibi, bu tarihi sürekliliğe işaret etmek, fiilen yürürlükte olan Erdoğan merkezli devlet yönetimini tanımlamakta yetersiz kalıyor. Geçen hafta sonu Diyarbakır’da Cumhurbaşkanı’nın yaptığı konuşmaların içeriğinden hareketle, iktidarın dinci bir popülizmi giderek artan yoğunlukta sergilediğini söylemek mümkün. Türkiye’de olduğumuz için doğal olarak Sünni/İslamcı popülizm olarak tezahür ediyor. Hıristiyan çoğunluklu toplumların bazılarında karşımıza çıkan dinci popülizmlerden özünde farkı yok.
20. yüzyıl ortasından beri farklı örneklerini bildiğimiz İslamcı popülizmlerin ortak özelliklerinden bazıları, dindarlık temelinde eşitliği savunmaları, toplumun alt kesimlerinin hıncını ve öfkesini dini değerlere yabancılaşmış elitlere karşı kanalize etmeleri, kutsal savaş idealinden beslenmeleri ve toplumda dinsel inanç temelli doğal çoğunluğun hükmetme hakkını savunmalarıdır. Otoriterizmle karşıtçılığın dinsel bir milliyetçilik temelinde buluşmasıdır.
Bu dinsel temalı popülizmi ABD’de Donald Trump temsil ediyor. Yabancı düşmanlığını elit nefretiyle birleştiren, bunu devlet bürokrasisine tepkiyle besleyen ve piyasacı küreselleşmeden kaybedenleri etrafında toplayan Donald Trump’ın, aynı zamanda piyasacı küreselleşmesinin en büyük kazananlarından biri olması anlamsız değil. Belki işin püf noktası tam burada yatıyor.
Özünde kapitalizmin mutlaklaşmasına, toplumun en ücra katmanlarına kadar girmesine, güçlünün haklı olduğu piyasacı değerlerin sadece iktisadi yaşama değil, kültürden adalete, siyasetten dinî yaşama kadar her yere hâkim olmasına, yani neoliberalizme içkin bir tepkiyi ifade ediyor bu sağcı popülizmler. Belki 21. yüzyıl faşizmlerinin öncüsüler.
Geçen yüzyılın ilk yarısındaki iktisadi ve siyasal ortamla içinde bulunduğumuz dönemin arasındaki farklar, önümüzdeki dönemde olgunlaşabilecek yeni faşizmlerle tarihsel faşizmler arasındaki benzerlikleri unutturmamalı. Bu benzerlikler arasında, hınç ve nefretin bir güç tapınmasına kanalize edilmesi, devlet ve millet temalı mutlakçılık, seçimle çoğunlukçuluğun özdeşleştirilmesi sayılabilir. Milli olanın özelliği olarak öne çıkarılan dinci popülizm, kapitalist küreselleşmeye hem tepkiyi hem de ona eklemlenme arzusunu birleştirerek, geçen yüzyıldaki faşizmlerin kapitalizm karşısında yaptığının benzerini yapıyor. Aradaki fark, ki elbette son derece önemli, geçen yüzyılda faşizmler temellerini “nasyonal” ve korporatizm anlamında “sosyalist” olarak tanımlıyorlardı. 21. yüzyıldaki tezahürleri ve adlandırmaları farklı olacak.
Buna karşılık, görünen o ki, tarihsel faşizmle esas benzerlik, toplumun içinde düşmanlar olduğu inancının pompalanmasında, toplumu “halk olan” ve “halka dahil olmayanlar” olarak ayrılmasında yatacak. Bu ayrımlar din, mezhep ve etnik kimlik üzerinden yapılmaya devam ederken az veya çok kanlı yeni çatışmalar üretecek.
Bugün had safhada otoriter olarak tanımlanan Erdoğan merkezli yönetim ve onu gözü kapalı destekleyenler, böyle bir rejime olan eğilimlerini her fırsatta sergiliyorlar. Evet, Türkiye halen bir diktatörlük değil ama diktatörlüğe dönüşme potansiyelini güçlü biçimde içinde taşıyan bir “geçiş rejimi” manzarası sunuyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir otokrat prototipi 1 Eylül 2018
Kayırma ekonomisinin bedeli 28 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları