Zeynep Miraç

'İyi ki evlendik'

05 Haziran 2016 Pazar

Haftalardır, aylardır, yıllardır bir çöküşün içindeyiz. Hem seyirciyiz hem oyuncu. Kendimizi uzakta tutmaya çalıştıkça kolumuzdan tutulup fırlatılmışçasına o çürümenin içine düşüyoruz. Dil kötüye çalmaya başlıyor; zihin karamsar düşünmeye, göz fenalık görmeye alışıyor git gide.

Bu hafta durdum ben.

Parmağım kötüyü, yozu, hoyratı işaret etmekten yoruldu.

İyiye, mutluluk verene, yüz güldürene döndü yüzüm.

60 yılını birlikte, mutlulukla, aşkla, muhabbetle, birbirine hürmetle, çalışarak, yorularak, eğlenerek, türlü engele birlikte göğüs gererek geçiren bir çifti ziyarete gittim. 60 yıl yaşamanın bile ne olduğunu bilmezken, birlikte 60 yıl geçirmenin hikâyesini dinledim. Uzun zamandır ilk defa bir hikâyeyi dinlerken yorulmadım, sırtıma yüzlerce kiloluk yük binmiş gibi hissetmedim.

 

‘Ayhan, burası boş’

Hayat anlardan ibaret. Bir andan, bir bakıştan, bir sözcükten. Hatta yanlış bir seslenişten.

1952 yılının Ekim ayı... Gazeteciliğin büyüsüne kapıldığı için iki yıldır Mülkiye’nin ikinci sınıfında takılı kalan Altan Öymen, yeni ders yılının ilk günü okula gitmeye karar verir. Sıraların kapıldığı bu ilk gün, kendine bir yer bulmak için sınıfa girdiğinde geç kaldığını görür. Kalabalığın arasından arka sıralara ilerlerken bir ses duyar:

“Ayhan, burası boş.”

Etrafına bakınır. Ayhan’la kast edilenin kendisi olduğunu anlar, onu davet eden genç kızın yanına oturur. Bir andır o. 60 yıl sürecek bir an.

Sonrası okuldan eve yürüyüşler, fakülte çaylarında danslar ve evlenme teklifi...

Kızı Aysel “Ben Altan’la evleneceğim” dediğinde Ortaöğrenim Genel Müdürü olan Tarık Asal sorar:

“Kızım, ne iş yapıyor bu çocuk?”

“Gazeteci babacığım.”

“Hayır, ben mesleğini soruyorum. Ne iş yapıyor?”

Geçen 60 yılda gazetecilik meslekten sayıldıysa, Altan Öymen’in bunda katkısı büyük şüphesiz. Hasan Cemal’in dediği gibi, “Yarın bu ülkede gazeteci milletinin gerçek tarihi yazıldığında, herhalde Altan Öymen’e güzel, uzun sayfalar ayrılacak”.

Öymen çifti evlendiğinden bu yana geçen sürede gazetecilik meslekten sayıldı sayılmasına, ama başına gelenler fazla değişmedi.

 

Yarısı ev, yarısı gazete

Evlendikleri gün 4 Haziran 1956. O günün Tercüman gazetesinin manşetinde Menderes iktidarının en tartışmalı kanunlarından birinin, Yeni Basın Kanunu’nun Meclis’te görüşüleceği yazılı. Saat 17.00’de nikâhlanacak olan Altan Öymen’in aklı Meclis’te... Kardeşi Örsan Öymen ile Aydın Köker’e emanet eder görüşmeyi, nikah salonuna varırmış. O sırada kanunun görüşülmesinin iki gün ertelendiği haberi gelir, gönül rahatlığıyla “Evet” der soruya.

İlk evleri, tercüman gazetesinin lojmanı. Dört odalı dairenin iki odası gazete, iki odası ev.

Evliliklerinin ikinci günü, 6 Haziran’da gelir kanun Meclis’e. Ve gazetecilere verilen cezalar ağırlaştırılır, “devletin itibarını sarsacak” haberlerin cezalandırılmasının yolu açılır. Ne kadar tanıdık, ne kadar değişmez bir karar.

Yine de “Gazetecilik güzel meslektir” diyor Altan Öymen. “Baskı olmasa, hapisler olmasa... İnsanın hiç canı sıkılmaz, her gün değişik bir konuyla uğraştığın bir meslek. Fakat bu dönemde öyle bir hale geldi ki, her şeyi hakaret etmek suretiyle karşılayan bir iktidar var. Geçmişte ben de hapse girdim ama baskının bu derecesi yaşanmadı. Bugün tırmanarak gidiyor baskı ve yargının bağımlılığı. Basın en fazla hırpalanan müessese. En kötü tarafı, mesleğinizi istediğiniz gibi devam ettiremiyor olmanız”.

 

‘Ne biçim şeyler konuşuyorsunuz?’

Evlendikten bir yıl sonra Aysel Öymen ABD’ye yüksek lisans yapmaya gider. Yıl 1957. Bırakın cep telefonlarını, sabit telefonlar dahi kısıtlı. Aysel Hanım’ın kaldığı yatakhanede tek bir telefon vardır. Altan Öymen de gitmek ister ama başaramaz. ABD bir yıllık pasaport ister vize vermek için, Öymen askerliğini yapmadığı için ancak üç aylık pasaport alabilir. ABD ise bir yıllık pasaportu şart koşuyor. O sırada Tercüman’dan sonra Yenigün gazetesine yazıişleri müdürü olur, gecesi gündüzüne karışır çalışırken. Çünkü 60 yıl sonrasını değil ancak ay sonunu düşünerek geçen günlerdir o günler.

Aysel Öymen’le telefonda konuşabilmesi için önce santralda sıraya girmesi gerekir. Üç saat sonra mı bağlayacak, altı saat sonra mı? İki haftada bir konuşabilirlerse ne âlâ...

Bir gün saatler süren bekleyişin ardından yapılan konuşma orta yerinde kesilince sitem eder santral memuresine. Cevabını alır: “Beyefendi siz de ne biçim şeyler konuşuyorsunuz?” Birbirine hasret genç bir çiftin konuşmasıdır elbette ama 1950’ler koşullarıyla. “En fazla ‘Seni özledim’ demişimdir” diyor Altan Öymen bugün anlatırken, “Daha fazlası mümkün mü?”

1953 yılında henüz kavuşamadığı aşkına yazdığı mektupta da ancak aynı evde birbirlerine sarıldıklarını hayal edecek kadar ‘ileri gitmiştir’ zaten:

“Hem öyle ki etrafımıza ürkek ürkek bakınarak değil, kimseden çekinmeden, kimseyi düşünmeden, serbestçe, kendi evimizde...”

Ancak santral memuresinin tavrı üzerine öfkeyle oturur Yenigün’e bir yazı yazar: “Telefonlarımız dinleniyor, ayıp değil mi?”

Diğer iletişim yolu da mektuplaşmadır. Gitmesi bir ay sürer. Karşılık deseniz iki ayda gelir. İnsan cevabıyla karşılaşana kadar mektupta sorduğu soruyu unutur. “Nereden nereye geldik” diyor Aysel Öymen, “Şimdi torunumuz ABD’de okuyor, görüntülü konuşuyoruz bu akıllı telefonlarla”.

 

Daha iyisini beklerken...

Değişen yalnızca teknoloji mi bu 60 yılda? Hep ‘daha iyiye’ mi gitti dünya? Aklımda Çetin Altan’ın son yazısı, “Hayal ettiğiniz ülke bu muydu” diye sormadan edemiyorum. Aysel Öymen, “Durumumdan hiçbir zaman büyük ölçüde şikâyetçi olmadım, çünkü nasıl olsa daha iyiye gidecek diye düşünürdüm” diyor. Altan Öymen “Basın açısından bakarsan biz de arada bir hapse giriyorduk ama daha iyi günler göreceğiz diye düşünüyorduk” diyor; “İnsan bir kötüden bir iyiye geçebiliyordu. Daha iyisini bekliyorduk tabii ki...”

O ‘daha iyisi’nin beklendiği, umudun her daim taze tutulduğu günler kolay da değildir. Türkiye büyük krizlerden, bunalımlardan geçtikçe gazeteciler hem etkilerler hem de etkilenirler.

 

İyi hatıralar

Ne olursa olsun, ne zorluklarla karşılaşırlarsa karşılaşsınlar Aysel Öymen bir gün olsun sitem etmedi, alınganlık göstermedi, kızmadı, söylenmedi. İlk engelde bırakıp gitmenin değil, yola devam edebilmenin marifet sayıldığı bir kuşak onlar. Geçinmeye gönlü olan bir kuşak... Aysel Hanım, Altan Bey’i anlatırken “Altan çok saygılıdır” diye başlıyor söze... “Her şeye, herkese. İnançlarınıza, giyiminize kuşamınıza, düşüncenize... Ömür boyu öyleydi. Ben kızarsam o alttan alır. O kızarsa ben alttan alırım”... Altan Bey’in ilk cümlesi ise “İyi ki evlendik”. Devam ediyor: “Geçmişe dönünce hep iyi hatıralar geliyor aklıma . Elbet zorluklar oldu ama onlar gelmiyor”.

Bazen birilerinin bize ne olduğumuzu hatırlatması gerekir.

 

Meslek: Gazeteci eşi

Hakkı Devrim bir gün şöyle der Aysel Öymen’e: “Gazeteci eşi olmak başlı başına bir meslektir”. Aysel Öymen 60 yıldır bu meslekte. Eşiyle birlikte matbaada sabahladığı ilk günlerden bu yana... Kızı Aslı’nın doğumundan dört gün sonra Irak’ta darbe olduğunda Altan Öymen onu ve bebeği bırakıp olayları izlemeye gittiğinden bu yana... Eşi tutuklanıp aylarca hapiste kaldıktan bu yana... Gecesi gündüzü olmayan bu mesleğe, pijamalarıyla evden fırlayacak kadar tutkuyla bağlı bir adama âşık olduktan bu yana...

1960’larda hem Altan Öymen’in genel yayın müdürlük yaptığı Ulus gazetesi hem de Milliyet gazetesi aynı matbaada basılıyordur. Milliyet’in Ankara temsilcisi İzzet Sedes’in önemli bir olay olduğunda gece matbaaya gelip birinci sayfayı değiştirdiğini öğrenen Öymen, matbaadakilere talimat verir: “İzzet Bey gelirse haberim olsun”. İstanbul’da güzellik yarışması yapıldığı bir gece İzzet Sedes dışarıda yemekten dönüyordur. “Dur” der, “Eve gitmeden matbaaya uğrayayım da kim kazanmış öğreneyim”. İçeri girer, kimdi neydi derken birden karşısında pijamanın üzerine giydiği paltosuyla Altan Öymen’i buluverir. Güzellik yarışması merakına ihtimal vermeyip İzzet Sedes’in haber atlattığını düşünüp evden o haliyle fırlamıştır Öymen.

Evde misafir olması, bir başka davete söz verilmesi gazetecinin şevkini etkileyecek değildir. İptal edilen bütün programlara anlayışla yaklaşır Aysel Öymen. “Hiç yadırgamazdım” diyor, “Altan’ın mesleği böyle. Bu kadar.”

Tek dert iptal edilen programlar olsa... 1972 Haziran’ı. 12 Mart sonrası açılan davalardan biri nedeniyle, TCK’nin 146. maddesinden tutuklanmıştır Altan Öymen. Koğuş arkadaşlarından biri olan Ali Sirmen, Aslı Öymen’in babasının meslekteki 60. yılı için hazırladığı “Altan Abi/ Vaziyete Hâkimiz” kitabında anlatır:

“Bana ‘İyi yaşadım diyorsun, o zaman hiçbir şeyi dert etme, en fazla asarlar, ondan ötesi de yok ya!’ dedi, döndü arkasını uyudu. Altan Ağabey iki hafta sonra isnat edilen fiillerin işlendiği iddia edildiği zaman yurtdışında olduğunu pasaport kayıtlarıyla ispat ederek tahliye olacak, ardından uçak kaçırma davasından içeri alınacak, sorgu için işkenceye sevk edilirken askeri araç içinde uyumasıyla ün yapacaktı”.

 

Uçağı kim kaçırdı?

Altan Öymen, bir grup gazeteciyle Deniz Gezmiş’lerin idamını önleyebilmek amacıyla dilekçe hazırladığı sırada Sofya’ya bir uçak kaçırılır. Öymen ve arkadaşları uçak kaçırmayı organize ettikleri gerekçesiyle gözaltına alınırlar. Dönemin iktidarı özellikle Batı’dan gelen “Gazeteciler neden tutuklanıyor?” sorusuna “Gazetecilikten değil uçak kaçırmaktan” cevabını verir. Ne demişler? Devlette devamlılık esastır!..

 

Ne oldu bize?

Ne olduğu malum...

Kendimizi her gün yeniden ve yeniden zehirlemektense durup güzele bakmak gerek. Nezaket, zarafet, letafet, muhabbet yalnızca Muazzez Tahsin romanlarından kalma sözcükler değil. Sıcak gündemin, gündelik karmaşasının içinde iyi hikâye bulmak kolay olmasa da... Var. Orada.

Aysel Hanım... Altan Bey... Ömrünüze bereket.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kendine müslüman 25 Haziran 2016

Günün Köşe Yazıları