Özgür Mumcu

Kıyamete kadar

09 Haziran 2016 Perşembe

Türkiye terör eylemlerine alışık bir ülkeydi. Ancak herhalde 7 Haziran seçimlerinden beri içine girdiğimiz şiddet sarmalı, daha evvelkilerle kıyaslanmayacak kadar yoğun. Daha fenası işlerin düzeleceğine, bu şiddet ortamının dineceğine dair hiçbir emare yok. Sanki olan biten bir doğa olayıymışçasına kabullenmemiz bekleniyor.
Öyle olmasa Sayın Erdoğan herhalde “İlk insanla başlayan bu mücadele kıyamete kadar sürecek” demezdi. Bu bir kararlılık mesajı değil meselenin çözülmeyeceğinin, ebediyen devam edeceğinin itirafı.
Memleketin en büyük meselelerinden birinin nasıl laubali bir şekilde ele alındığını hep beraber izledik. Çözüm süreci kurumsallaşmadı, hukuki bir çerçeveye kavuşmadı ve toplumsal bir uzlaşma yaratmak için gerekli koşullar sağlanmadı.
İşler sadece bir şahsa bağlanırsa, olacağı da budur. Bir gün “analar ağlamasın” denir, ertesi gün ilk insanla başlayan mücadele gibi çaresizlik cümleleri kurulur. İktidar medyası ve mensupları önce gözyaşlarıyla Dolmabahçe mutabakatını takip eder, sonra talimat gelince şahin kesilir. Bu, herkesin bir şahsın elinde oyuncak olması.
Çözüm süreci en popüler olduğu dönemde bir grup insan bir araya gelerek “Barış İçin Demokrasi” balıklı bir metne imza atmıştı. Özetle barış isteniyorsa önceliğin demokratikleşmeye verilmesi gerektiği ileri sürülüyordu ve barış sürecinin bir başkanlık pazarlığının unsuru olmasına itiraz ediliyordu:
“Kürt sorununun çözümü için atılacak anayasal adımların başkanlık sistemi gibi bağlantısız konularla birleştirilerek tek bir anayasal paket halinde referanduma sunulması ne demokratik etik ile bağdaşacaktır ne de toplumsal barışa hizmet edecektir. Türkiye’de barış ile demokrasiyi karşı karşıya getirmek kimseye yarar sağlamayacaktır.”
O vakit bunları söyleyenler iktidar çevrelerince aslında çözüm istememekle suçlanmıştı. Oysa bu metne imza atanlar işlerin bugünkü tabloya evrilmesinden kaygılıydı. Maalesef kaygılarında haklı çıktılar.
Başkanlığı alamayınca mutabakatı yırtıp atmak, masayı devirmek, büyük bir toplumsal uzlaşma fırsatını şahsi ikballer uğruna çarçur etmek kendine saygısı olan bir devlette kabul edilemez. Ciddiyet abus suratlarla şedit demeçler vererek sağlanmaz. Ciddiyet, sorumluluk almayı, hesap verebilmeyi gerektirir.
Bir senedir memleket bir ateşe atıldı. Bu ateşte elbette PKK’nin rolü var. Şayet bir gün barış gelirse bir geçiş dönemi adaleti döneminden geçilecek ve hakikat komisyonlarında PKK’nin yaptıklarının da hesabı sorulacak. Gelgelelim biz PKK’nin değil Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşıyız. Bu sebeple meselenin “kıyamete kadar süreceğini” söyleyen Cumhurbaşkanı’na “neden” diye sorma hakkımız var.
Neden kıyamete kadar sürecek?
Neden devirdiniz o masayı?
Neden yırttınız o mutabakatı?
Ne değişti?
Şehirlerde neredeyse düzenli aralıklarla bombaların patladığı, şehirlerin yerle bir olduğu bir ülkenin yöneticileri hangi kıstasa göre kendilerini hâlâ başarılı sayar?
Artık hakikat açıktır. Demokratikleşmeden barış gelmez. Uzlaşmayı değil kutuplaştırmayı kendine malzeme bilmiş bir siyaset yapma tarzı sadece acı getirir.
Önce hepimize en son da kendisine. O metinde de altı çizildiği üzere “Türkiye’nin tüm yurttaşları için insan haklarının tam anlamıyla hayata geçirilmesini sağlayacak adımlar atılmadan Türkiye’de kalıcı barışın sağlanması mümkün olmayacaktır.”
Kıyamete kadar bu azgelişmiş demokrasiyle varlığımızı sürdüremeyiz.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Tutuklu yargı 5 Eylül 2018
Kimiz biz? 29 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları