Zeynep Miraç

Her devrin tuhafı

12 Haziran 2016 Pazar

Tarih 17 Haziran 1951. Nâzım Hikmet hapisten çıkmıştır ancak hayatı tehlikededir. Hasta kalbine rağmen tekrar askere çağrılmış, bir kez de otomobille ezilme tehlikesi atlatmıştır. Bu gözdağlarının sonucunda Nâzım kararını verir, Türkiye’den gidecektir. Bunu sakince yapması, pasaport alması, yasal yollarla ülkeyi terk etmesi mümkün değildir. Bir motorla Karadeniz’e açılacak, oradan Bulgaristan’a geçecektir. Bu işi kardeşi Melda’nın nişanlısı üstlenir: O zamanlar Tuzla Piyade Okulu’nda asker olan Refik Erduran.

Nâzım Hikmet 17 Haziran sabahı kapısının önünde bekleyen polisleri atlatır, Tarabya sahiline gelir. Motora atlayıp denize açılırlar. Karadeniz’e vardıklarında karşılarına Rumen şilebi Plehanov çıkar. Nâzım’ı ona bindirmeyi deneseler de önce kaptan kabul etmez. Dakikalar sonra şilepten bir merdiven iner. Ve Nâzım, bir daha dönmemek üzere ülkesini terk eder. Refik Erduran da tarihe “Nâzım’ı kaçıran adam” olarak geçer.

Ne var ki ne hayat ne de kendisi tarihe yalnızca bu sıfatla geçmesine izin verir.

Bunun yanına gazeteci- yazar, piyes yazarı, Kore Savaşı’nda asker, Aydınlar Bosna’ya hareketinin öncüsü derken ‘Viagra kahramanı’, eski eşinin kızıyla evlenen adam, Uluslararası Tiyatro Enstitüsü’nün müzmin Türkiye başkanı gibi sıfatlar ekler. 2005 yılında anılarını “İblisler, Azizler, Kadınlar” başlığıyla kitaplaştırdığında kendisine ‘bir tuhaf adam’ sıfatını layık görür.

Şimdi ise ‘tiyatrocuları Bakan’a ihbar eden adam’ sıfatıyla gündemde.

 

Nâzım’ı kaçırdı

Filmi başa saralım, 1928’e gidelim. 13 Şubat günü hukukçu Hüsamettin Ahmet Bey ile Refika Hanım’ın ikinci çocukları doğar. Adını Refik koyarlar. Kökleri Karamanoğulları’na dayanan aile, Salacak’ta bir yalıda yaşar. Oğullarını Robert Kolej’e gönderirler. Refik Erduran ilk oyunu “Kahraman”ı kolej öğrencisiyken yazar, okulun tiyatrosunda sahnelenir. Mesleğini seçmiştir. 1947’de tiyatro eğitimi almak için ABD’ye, Cornell Üniversitesi’ne gider.

Türkiye’ye döndüğünde Nâzım Hikmet’in kız kardeşi Melda Kalyoncu ile nişanlanır. Sonrası malum, o tarihe geçen Nâzım’ı kaçırma macerası... Bu olayda Erduran’ın rolü yıllarca bir sır olarak kalır, ‘kaçıranı meçhul’ bir dava dosyasıdır Nâzım’ınki.

Refik Erduran Melda Hanım ile evlenir, bir oğulları olur. Bu sırada Türk askerinin Kore Savaşı’na katılmasına karar verilir; Erduran da tercüman olarak Kore’ye gider.

Döndükten sonra Ertem Eğilmez ve Haldun Sel ile birlikte, Türkiye’nin ilk ‘bestseller’ yayımlayan yayınevini, Çağlayan Yayınevi’ni kurar. Renkli kapaklı, düşük fiyatlı popüler romanlar basarlar. Mike Hammer serisi binlerce satar. Çağlayan, aynı zamanda Yaşar Kemal’in “İnce Memed”ini ilk kez yayımlayan yayınevi olur. Erduran’ın ilk romanı “Yağmur Duası” da buradan çıkar.

1953’te kurulan bu yayınevinin ardından 1954- 1955 yıllarında Tef adlı haftalık mizah dergisini yönetir. 1956’da ortağı Haldun Sel’e silah zoruyla senet imzalatmak suçundan hakkında dava açılır. Daha sonra bütün yayıncılık işlerini Ertem Eğilmez’e bırakıp tamamen tiyatroya döner.

Profesyonel olarak ilk kez bir oyunu 1957 yılında İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda sahnelenir: “Deli”. Ardından “Bir Kilo Namus” ve “Cengiz Han’ın Bisikleti” oyunları özel tiyatrolar tarafından sahneye konur. Artık aranan, bilinen bir oyun yazarıdır.

1960’lara gelindiğinde artık Milliyet gazetesinde köşe yazarlığı da yapmaktadır. Melda Kalyoncu’dan ayrılmış, gazeteci Leyla Umar ile evlenmiştir. 1968’de Uluslararası Yazarlar Atölyesi’nin daveti üzerine ABD’ye giderler, Erduran Iowa Üniversitesi’nde Yazarlar Atölyesi’ne katılır, Milliyet’in Amerika Haber Bürosu şefliğini yürütür.

Leyla Umar ile evliliği 18 yıl sürecek, ancak hesaplaşmaları Leyla Hanım’ın vefatına dek bitmeyecektir. 2004 yılında Leyla Umar, Zaman’dan Nuriye Akman’a verdiği söyleşide Refik Erduran’ın annesinin oğluna ‘aşırı düşkün’ olduğunu, hayatlarını mahvettiğini, evliliklerinin Erduran’ın ihanetleri nedeniyle bittiğini anlatır.

Refik Erduran’ın cevabı hiç gecikmeden, Milliyet’ten Elif Korap’a verdiği söyleşiyle gelir: “Yaptığım en büyük münasebetsizlik Leyla ile evlenmem.”

Oysa bu cümleden 11 yıl sonra Leyla Umar vefat ettiğinde uzanan mikrofonlara farklı konuşacaktır: “Benim olumsuzluklarım nedeniyle ayrıldık. Ruhu bunu okursa bir kahkaha atıp suçlarımı bağışlasın.’’

 

Viagra kahramanı

Erduran’ın kamuoyu önünde tartıştığı tek evliliği bu değil. Leyla Umar’ın ardından evlendiği Tülay Güngör’den 1997’de ayrılır. Bir yıl sonra ise Tülay Hanım’ın kızı Pınar ile evlenir, kıyamet kopar. “Ne var bunda?” diye karşılar eleştirileri. “Tülay da kızının bilmediği, abuk sabuk biriyle, davulcu, zurnacıyla evleneceğine, kendisinin de tanıdığı, sevdiği, saydığı, güvendiği biriyle evlenmesini gayet olumlu karşıladı.”

Pınar Hanım’la evliliğinin ilk yılında seks gücünü arttıran Viagra adlı ilacı deneyip izlenimlerini yazarak ‘tarihe geçer’. “Viagra yüzde yüz değil, yüzde yüz on başarılıydı” der yazısında, “Ne yalan söyleyeyim, ben böyle bir deneyi gençliğimde bile yaşamamıştım.” Kadın gazetecilerin etek boyuna dahi hayli eleştirel yaklaşan basın ve toplum, onu kahraman ilan etmekten kaçınmaz.

Böylece 1950’lerde genç olanlar için “Nâzım’ı kaçıran adam”, 1990’larda genç olanlar için “Viagra kahramanı”na dönüşür. 1998’de Milliyet’te köşe yazan Ali Sirmen ilk günden söyler: Bundan böyle Refik Erduran yazdıkları çizdikleri ve Nâzım’la ilişkisiyle değil, Viagra’yla hatırlanacaktır. Haklı çıkar, Erduran’a şu veya bu nedenle kızan herkes konuyu mavi hapa bağlayacaktır.

Pınar-Refik Erduran çiftinin üç çocukları olur, mutlu mesut yaşarlarken 2003’te evliliklerinin bir avukatın başvurusu üzerine iptal edildiğini öğrenirler. Akraba evliliğini yasaklayan kanun nedeniyle gelmiştir bu mahkeme kararı.

 

Bosna’da, savaşta

Haksızlık etmeyelim, kamuoyunu bu evlilikle meşgul etmezden önce 1995’te önemli bir gazetecilik başarısı vardır. Tam savaş sırasında Bosna’ya gidip Kara Kuğular adlı birliğe katılır, gördüklerini Milliyet’te dizi olarak yayımlar. Bosna’ya giderken şunları söyler:

“Hayatı yaşanmaya değer kılabilmek için sırasında ölümü göze alabilme gereği siviller için de geçerli bir onur kuralıdır.”

Hayatı yaşanmaya değer kılmak yolunda edindiği onur kuralını başka mecralarda askıya almak onu rahatsız etmeyecektir. Aksi takdirde bir söyleşide en büyük pişmanlığı sorulduğunda vere vere “Babamın bana bıraktığı büyük serveti Türkiye Komünist Partisi için harcamak” cevabını verir miydi?

 

Bakanla mektuplaşma

Bugünkü tartışmalara konu olan ise Refik Erduran’ın muhtelif tiyatro kurum ve kurullarındaki görevleri. Erduran, UNESCO’ya bağlı kısa adı ITI olan, Uluslararası Tiyatro Enstitüsü Türkiye Merkezi’nin 1986’dan bu yana başkanı. Geçen hafta Hırvatistan ITI Başkanı’nın bir mektubu çıktı ortaya. Mektupta ITI tarafından Hırvatistan’daki Tiyatro Festivali’ne davet edilen DT Genel Müdür Vekili Necat Birecik ile İstanbul DT Müdür Vekili Zafer Kayaokay’ın, oyun izlemek yerine şehirde gezdiğine dair bir şikâyet yer alıyordu.

 

Destek mi rüşvet mi?

Karşı atak gecikmedi. Birecik ve Kayaokay oyunları seyretmişti; ancak bu mektup kendi oyunları DT’de sahnelenmeyen Refik Erduran’ın bir komplosuydu. İşin ilginç kısmı, Erduran’ın aynı zamanda Devlet Tiyatroları’nın Edebi Kurulunda üye olması. Kurumda yapıtları en çok sahnelenen oyun yazarlarından biri olduğu için, yıllardır kuruldaki varlığının etik olup olmadığı tartışılır.

DT yönetimi ile Erduran arasındaki bu tartışma sürerken Erduran’ın Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı’ya yazdığı mektup ortaya çıktı. Mektupta Levent Üzümcü için ‘şov şampiyonu’, Yücel Erten için ‘aktif nifakçı’ diyor, Bakan’ı bazı tiyatroculara karşı uyarıyordu. AKP ile arasını hoş tutmak isteyenlerin en sık başvurduğu ‘aydın eleştirisi’nden de imtina etmemişti:

“En geniş ve yapışkan asalak kesimimiz kendilerini ‘beyaz Türk’ sayan, sırtından geçindikleri halktan iğrenen Batı maymunlarımız. Temel bahaneleri dindarlıkla yobazlığı bir tutmak, savunur göründükleri demokrasiyi de hiçe sayarak ‘cahil’ çoğunluğu ülke yönetiminden dışlamak.”

Refik Erduran aynı zamanda Kültür Bakanlığı’nın Özel Tiyatrolara Devlet Desteği Kurulu’nda üye. Bununla ilgili yaşadığı sayısız etik tartışmasından biri de Zuhal Olcay-Haluk Bilginer’le arasında geçendi. Erduran 2002’de verdiği bir söyleşide Olcay ve Bilginer’in “yerli oyun oynamaktan ödlerinin koptuğunu” söyledi. Onlar da tiyatroları yandığında Erduran’ın bir destek teklifinde bulunduğunu ancak bunun destek mi rüşvet mi olduğunu bir türlü anlayamadıklarını açıkladılar. Özel Tiyatrolara Destek Kararnamesindeki yerli oyun oynayanın daha çok destek aldığı maddeyi hatırlatan Erduran, Olcay ve Bilginer’e seçenek olarak kendi oyunlarından birini göndermişti.

TÜSAK’a ‘empati’ talep etmişti 2013 sonbaharında, Gezi’ye destek veren tiyatrocuların bu destekten muaf tutulması kararı verildiğinde de Erduran Destek Kurulu’ndaydı. O sırada, 3 Haziran 2013’te köşe yazarlığı yaptığı Sabah’taki köşesinden Erdoğan’ın diktatörlük yolunda olmadığını söylüyor, irticaya değil demokrasiye gittiğimizi yazıyordu:

“Geçmişteki baskılara tepki veren çoğunluğun eğilimleri öne geçmekte. Refah arttıkça karşıt eğilimler ağır basacak. On yıl sonra dileyenler her yerde muhabbetlerini daha rahat teşhir edebilecek, alkol kullanımı da -maalesef- artacak.”

Gezi Direnişi’nin ardından, 2014’te ilk kez bir tiyatrocunun imzası olmaksızın, doğrudan ITI imzasıyla yayımlanan Dünya Tiyatrolar Günü Ulusal Bildirisi’nde “Birbirine düşmanlaştırılan kesimler ‘kaba cahiller’ ve ‘vesayetçi beyazlar’ gibi yaftalarla ‘ötekini’ karalama yarışında” dedi ve AKP’nin hazırladığı Türkiye Sanat Kurumu (TÜSAK) tasarısına empatiyle yaklaşılmasını istedi. Bu bildiri tiyatro dünyasında infial yarattı, meslek birlikleri reddetti, Erduran’ı suçladılar.

Olup bitene bakınca Erduran tarafını seçmiş görünüyor. Önce kendi telifinin tarafında, sonra da devletin. Oyunlarını oynamayan DT yönetimine savaş açmaktan çekinmezken tiyatroculara karşı ise devletin tavrını savunuyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kendine müslüman 25 Haziran 2016

Günün Köşe Yazıları