Katil ile polis ‘selfie’sinin düşündürdükleri

15 Haziran 2016 Çarşamba

Üç kişinin katil zanlısı olarak hanidir köşe-bucak aranan ve nihayet yakalanan Atalay Filiz’le “kanka” pozlarda selfie çektiren polislere bakınca ilk söylenebilecek şu:

“Yeni Türkiye”, seri katillerin bile görüntüde masum kaldığı bir ülkedir!..

Selfie çekimlerinde adeta “al takke-ver külah” kameraya poz vermiş karakterler, beni Anthony Burgess’in “Otomatik Portakal”ının ürpertici içeriğine götürdü.

Romanı okumuş ya da filmi seyretmişseniz hatırlayacaksınız: Önceleri karşımıza çok tehlikeli bir sokak çetesinde adeta “suç makinesi” olarak çıkan gençler, kurgunun ilerleyen kesitinde polis memurları olarak karşımızdadır!..

Maalesef bu kurgu, daha doğrusu “hayal”, hayattan beslenir. Güvenliğinize tehdit oluşturanla güvenliğinizi temin eden arasında ince bir çizgi olur bazen.

Hatta selfie pozuna yansıyan şekilde bir yan-yanalık, iç-içelik ve “geçişlilik”, tarihin derinliklerinden verilerle de desteklenir. Öyle ki insanlık tarihinde devletin ortaya çıkışını açıklama yolunda en çarpıcı tezlerden biri buna dayanır.

Alman sosyolog ve siyasal-ekonomist Franz Oppenheimer’ın “Devlet” başlıklı abide eserinde ileri sürdüğü bu tez, bir insan topluluğunun güvenliğini tehdit eden soyguncu ve “öldürücü” saldırganların, sonra aynı insanların güvenliğini temine soyunmasıyla devlet oluşumunun gerçekleştiği şeklindedir.

Başlangıçta insan öldüren ve ortalığı yakıp yıkanlar, sonraki aşamalarda insanları koruyup kollayan, buna karşılık daha önce bağırta bağırta aldıklarını artık güzellikle vergi olarak toplayan yöneticilere dönüşürler.

Oppenheimer devleti, insanları soyan ve öldürenlerin, onları koruyan ve kurtaranlar haline geldiği kurumsallık olarak özetler (F. Oppenheimer, Devlet, Çev: A. Şenel-Y. Sabuncu, Kaynak Yayınları, 1984).

Bu tez, elbette tartışmalı ve sorgulamaya açıktır.

Ancak günlerdir karşımızdaki görüntüleri değerlendirme yolunda hayli düşünce-kışkırtıcı olduğu da muhakkaktır.

Selfie hadisesinin elbette ana çalışma konularımızdan “popüler kültür-kitle kültürü”, daha çarpıcı deyişle “Zamanımız”ı anlama ve açıklama yolunda türetip kullanıma soktuğumuz “Meşhuriyet Çağı” gerçekliğiyle ilişkisini kurmak da mümkün. Polislerimizin seri katille “selfie”si, bu çağ halinden, daha doğrusu “çağ yangını”ndan beslenen ateşli bir arzunun da resmi tabii ki…

Onlar, diyelim ki “Survivor-Turabi”ye tesadüf etse, yine selfie çekeceklerdi.

Onlar, Necati Şaşmaz’a, pardon, “Polat Alemdar”a tesadüf etse, yine selfie çekeceklerdi.

Onlar, Can Dündar’a kurşun sıkan saldırgana tesadüf etse, büyük ihtimal yine selfie çekeceklerdi.

Meşhuriyet Çağı, “Görünüyorum, o halde varım” deyişinin geçer akçe olduğu bir zaman diliminin adı.

Ve “şöhret virüsü”, hiç akla gelmeyecek mahiyette çeşitlilik arz eden öyle geniş bir yelpazede etkili ki “görünürlük” kazanamayan herkes bir yolunu bulup bunu başarma derdinde.

Kimisi ekranlarda kendini rezil edip “yaşarken-ölmüş” hale gelerek görünürlük kazanıyor.

Kimisi “İkiz Kuleler”i patlatıp binlerce canla birlikte kendi canını da alarak “ölümüne” görünürlük kazanıyor.

Kimisi de art arda cinayetler işleyip polisi peşinden koşturarak “öldüresiye” görünürlük kazanıyor.

E, böyle bir “şöhret”le, onu uzun süre kendilerinden kaçmayı başarabildiği için tebrik de ederek bir selfie çektirmeyi polise de çok görmemek lâzım!..

Neticede polislerimizin suç ve suçlu ile sarmaş-dolaşlığının iki unsurla ilintisini kurabilmiş bulunuyoruz:

“Devlet” denen kadim müesseseyle…

Ve “Meşhuriyet” denen muasır musibetle… 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları