Aslı Aydıntaşbaş

Brexit bizi nasıl etkiler?

26 Haziran 2016 Pazar

Britanya’nın Avrupa Birliği’nden çıkışının Türkiye üzerinde etkilerine dair bir yazı için masama oturmuştum ki, yandaş medyaya şöyle bir göz atayım dedim. Aman Allahım o ne sevinç! Nasıl bir tribün coşkusu, “Avrupa Çöktü, Gitti, Bitti!’ manşetleri.
İlk sözüm, yandaş medyaya: Arkadaşlar bu kadar ezik davranmayın. Hepimizi dünya âleme rezil ediyorsunuz. Evet, Brexit Avrupa için büyük bir sorun. Ama henüz çökme falan yok. Kaldı ki o çökse sen de çökeceksin. Nihayetinde gezegenin en güçlü ekonomileri ve en yüksek hayat standardının karışımından oluşan 500 milyonluk bir birlikten söz ediyoruz. Bu yüzden dünyanın her yerinden insanlar, Avrupa’da kapıcı bile olmaya razı, canlarını tehlikeye atıp çoluk-çocuk sallarla, teknelerle Avrupa’ya akıyor. O beğenmediğiniz Almanya’nın dış ticareti Türkiye’ninkinin 8-9 katı. İngiltere ha keza.
Bizdeki tablo ise son bir yıl içinde 500 bin yerinden edilmiş iç göçmen, toplamda 8 bine yakın ölü, 4-5 şehir merkezini yerle yeksan eyleyen bir savaş, toplumun en parlak ve eğitimli kesimine karşı topyekûn bir harekât, askıya alınmış bir anayasa ve yerlerde gezen bir itibar... Hal böyleyken ben olsam biraz serinkanlı davranırım.
Kaldı ki, yarım asırdır o birliğe girebilmek için tırmalayan biziz; adamlar ise Türkiye’yi dışarıda tutmak için bin dereden su getiriyorlar.
Sakin.
Gelelim Brexit’e... Brexit sonrası yetkililerin, iç kamuoyunun şehvetine kapılmadan açıklamalarında çok dikkatli olmaları lazım. Bu hafta Cumhurbaşkanı’nın “Referandum yapıp çıkarız” açıklamasını okuyunca, “Eyvah!” dedim. Avrupa’nın canına minnet! Hemen atlarlar “Buyrun” diye. Neyse ki Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun hemen ardından gelen açıklamaları, daha nüanslıydı. Şu kritik konjonktürde Ankara, ne yapacağına karar verene kadar keskin açıklamalardan kaçınmalı.
AB’yle müzakere süreci bundan sonra bir anlamda Türk-Alman ikili ilişkisi haline gelmiştir. Hepimiz biliyoruz ki “tam üyelik” artık gerçekçi bir hedef değil. “Bu Türkiye” ve “bu Avrupa” arasında kimya tutmuyor. Ancak şu anda bu ilişkiyi koparmanın anlamı da yok. Sahte de olsa, samimiyetsiz de olsa, ikinci adıma karar verene kadar müzakere sürecini bitirmemeliyiz.
Ben her şeye rağmen ekim ayında AB’yle ilişkilerin “kopmayacağını” düşünüyorum. Tam vize serbestisi olmasa da bir orta yol bulunabilir. Geçen hafta Berlin’deydim. Görüştüğüm Alman yetkililer de Türk makamları da şu ya da bu biçimde kopuş istemiyor. Önemli; zira kopuş mevcut konjonktürde Türkiye’ye hiç hayırlı olmaz.
Tabii bu müzakereler sadece bir zaman kazanma operasyonu. Gerçekçi olmayan bir müzakere sürecini ilelebet sürdüremeyiz. Nihayetinde bu ilişki ya kopacak ya da şekil değiştirecek.
Önümüzdeki 10 yıl içinde, ister istemez AB adaylık süreci yerine “imtiyazlı ortaklık” gibi fikirler gündeme gelecektir. EDAM Başkanı Sinan Ülgen’in uzun vadede İngiltere’nin AB’yle kuracağı ilişki biçiminin Türkiye’ye de uyarlanabileceği teorisi yabana atılmayacak bir yaklaşım. İleride ABD ve Britanya arasında olası bir ekonomik birlikteliğe dahil olmayı hedeflemek de bir başka fikir.
Bütün bunları oturup konuşmamız lazım. Milletçe. Akademisyenlerle, ekonomistlerle. Ama Allah aşkına, önce bir nefes alın.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yaklaşan facia 6 Eylül 2018
Bu mu devlet aklı? 26 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları