Acının rengi iktidarın sefaleti

30 Haziran 2016 Perşembe

Günler ve geceler artık ağır mı ağır... Ölüm haberleriyle geliyor saatler ve zamansızlıklar. Gece yarısı telefonları, sirenler, çığlıklar... Her satır, her söz, her susuş, acının rengini, umudu ve umutsuzluğu çoğaltıyor.
İlk aklına geleni dışa vuruyorsun: Çocuklarım? Ya onların çocukları? Tatildeler, giden, gelen? Gizlemiyorum: Benciliz. Önce herkes kendininkileri düşünüyor; sonra başkalarınınki!

***

Sonra yükselen ölü ve yaralı sayısı arasında kaybolmaya başlıyorsun. Arkadaşlarını, tanıdıklarını, tanımadıklarını düşünüyorsun. Tüm fotoğraflarda, videolarda acının, dehşetin farklı bir rengini görüyorsun.
Sonra yayın yasağını duyuyorsun. Artık şaşmıyorsun. IŞİD demeye dili varmayanların iktidarında yaşıyorsun! Kaleşnikof’la insanları tararken ya da üzerindeki bombayı patlatırken o yaratıkların tekbir getirdiğini; “Allah adına öldürdüklerini” millet duymasın diye yayın yasağının geldiğini biliyorsun. Elinde satır kafa kesen canilerin avukatlığını yapanlara bir kez daha lanet ediyorsun!

***

Çaresizlik içinde kıvranırken ister istemez kendi ülkende, kendi sınırların içinde yıllarca IŞİD’e yataklık edenleri, onlar için eğitim yuvaları kuranları, hastaneleri onlara ayırıp tüm tedavilerini üstlenenleri, sonra onları gerisin geriye Suriye’ye savaşmaya yollayanları düşünüyorsun!
Esad’ı düşürmek için Suriye’ye yollanan silahları düşünüyorsun. Bunu ortaya çıkaranların nasıl hapse tıkıldıklarını, onların hâlâ mahkemelerde suçlandığını anımsayıp gülümsüyorsun!

***

Şam’a girip Emevi Camii’nde namaz kılmaya niyetlenirken tükürdüğü her pisliği yalamak zorunda kalış karşısında, İsrail ve Rusya’dan özür dilemek durumunda kalışa gülemiyorsun bile...
Senin aklından bunlar geçerken, Başbakan’ın “Güvenlik açığı yoktur” açıklaması; yandaş medyanın “Türkiye’nin başarısını çekemiyorlar ondan bu saldırılar” açıklaması; iktidar danışmanının “Büyütecek bir şey yok, ne diye haber yapıyorsunuz” deyişi karşısında hiç bu kadar aptal yerine konmadığını düşünüp isyan ediyorsun!

***

Sonra aklına şu düşüyor: Bırak Atatürk Havalimanı ya da THY’yi; tüm kurumlara, kamu kuruluşlarına (Emniyet dahil) yandaş, dinci siyasal kadrolar yerleştirildiğine göre seni, kim, kimden, nasıl koruyacak? Güvenliğin nasıl sağlanacak ki?

***

Gözün, kulağın, yüreğin, Atatürk Havalimanı’nda, sen bu soruna yanıt ararken: 42 kişinin öldüğü; 239 yaralı olduğu bilinirken, Meclis Genel Kurulu’nda Danıştay Kanunu ve Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın ilk 6 maddesinin kabul edildiği haberini alıyorsun! Uganda ya da Japonya’da değil; Ankara’daki Meclis’te!
İnsanlık daha ne kadar küçülebilir diye bir şimşek çakıyor ve karnına saplanıyor!

***

Gece çoktan bitti. Birazdan sabah olacak diyorsun...
Bir bakıyorsun sabah oluyor ama gün ağarmıyor... Yine karanlık... Çünkü ülkem artık dinci kadroların, siyasal İslamın kuklası... Ülkem Ortadoğu politikalarının oyuncağı... Ülkem Irak’ın Taliban sonrası Pakistan’ı... Ülkem adım adım şeriata...
Günler ve geceler artık ağır mı ağır... Ölüm haberleriyle geliyor saatler ve zamansızlıklar... Gece yarısı telefonları, sirenler, çığlıklar... Her satır, her söz, her susuş, acının rengini, umudu ve umutsuzluğu çoğaltıyor.
Öyleyse? Siz anladınız beni, onu da ben söylemeyeyim...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları