Hikmet Çetinkaya

Kanlı topraklarda yaşamak...

05 Temmuz 2016 Salı

Rüzgârdık, sevdaydık, temmuz sıcağını unutmuş, el kadar mavilerle avunuyorduk...
Sığ sulardaydık...
Kan ısısında!
Geride kalmış yılları arar gibiydik...
Işık otların üstüne düşerken suskunluğu benimseyen bizdik.
Uzaktaki karanfilleri seyrederken, gündoğumunun anılarıyla çoğaldığımızı sanırdık.
O kıyı gölgeliğinde ölümlerle yaşayan, kıyımlara alışan, katliamlarla yüzleşen bir kanlı hayatın içindeydik...
Sözcüklerin kaçıp gittiği yerlerde, soluksuz, kaygılı sabahları kovalıyorduk...
Bomba yüklü araçlar, canlı bombalar, cellatlar...
Gözlerimizin gizinde bir harf koparken sessizce ağlıyorduk.
Gece yayılırken karanlık kuytuluklarda kaybolan bizdik.
Bizdik hüzünlerle çoğalan, acıyı ekmeğimize katık eden.
Güneş ışıkları yağmıyordu üstümüze...
Isıtmıyordu artık bizi.
Mavi çiçekler uykuya hazırlanırken çocuklar ölüyordu mayınlı tuzaklarda.
O hüzünlü ıhlamur ağacı, kuşatılmış kentlerin yalnızlığı, masum insanların yakarışı.
Külün içinde parlayan siyah gözler...
Uzaktan gelen bir haykırış:
İki isteğimizin dışında bulunan şeye kulak verdiğin an, yalnızlığın gözyaşı ikimizden dökülür.
Gözlerim gözlerinde uyuduğum an, o sömürü bittiği zaman...
Viraneye dönmüş o kentlerde, yaşadığım coğrafyaya barış geldiği an.
Kaçıp giden tüm harfler geri dönüp gelecek biliyorum...
Alevler bağrımı yakmayacak inanıyorum...

***

Sensizliği denizin gülünde çoğaltırken o çocuk ölümleri yüreğimi dağlarken...
Gözyaşlarımı akıtırım gün içinde...
Dağ başlarında olurum, soluk alıp verirken...
Ufuk çizgisinde dolaşırken Madımak canileri gelir aklıma...
Gözlerimi kapatır öylece kalırım.
Gökyüzünün sıkılmış bir yumruk gibi gergin olduğu akşamlar...
Donuk ve kaygılı bakışlar.
Uçsuz bir deniz, bulanır gibi olur kuş gölgelerinde...
Sen bir bayram sabahında, Kocasinan Mezarlığı’nda oğlunun mezarı başında dua ederken, ben seni uzaktan seyrederim.
Acılarını içine gömmüş bir ana...
Eski mevsimler gelir aklıma, ağaçlar çiçeğe durup ardından meyve verdiklerinde...
Yıldızlar getirir beraberindeki geceyi hüzünleriyle birlikte...
İşte o gece sessizce ağlarım...
Bir zalim yalnızlık sarmalındayımdır.
Belki ölümsüzlük bekliyor yıldızlar kavşağında var olmanın dayanılmaz hafifliğinde, belki bir yolcu...
Sindirilmiş, susturulmuş bir insan ırmağı...
Cehaletin batağı...
Cihatçı katiller...
Saatler duruyor...
Sessizlik ezgilerle bozuluyor, eski bir gramofon çalıyor benim doğduğum evde, Edremit’in Yanık Değirmen Mahallesi’nde...
Güre’de o görkemli çınar ağacının tam yanı başında...
Tek katlı bir taş ev...
Bir Prag sabahında Vitezslav Nezval öksüz bir bulutun öfkesine yenik düşüyor, Lice’de bir çocuk göğe bakıyor...
Kızılırmak kıyısından Fırat’ın sularına uzanan bir yolda yolcular aynı tasayı paylaşıyor...

***

Biz acıları, hüzünleri çoğaltarak yaşayacağımızı, sevdalarımızı çiçeklendireceğimizi sandık...
Kardeşim Esad’ı düşmanım Esed görüp emperyalist devletlerin buyruğuna girdik...
Durduk yere düşman yarattık!
Biz “Sünni Blok” gazıyla, emperyalistlerin kışkırtmasıyla, o büyük tezgâhın içine düştük, cihatçıların sırtını sıvazladık...
Katar, Suudi Arabistan!
Tüm renkleri unuttuk, çiçeklenmiş bahçeleri kuruttuk...
Düşünceye kelepçe vurduk!
Sandık ki IŞİD salt Kürtleri, Alevileri, turistleri öldürüyor.
Rusya ne diyor:
IŞİD ve öteki cihatçı terör örgütleri Türkiye topraklarında çıkarılmalı...
Haydi çıkar bakalım!
Uyuyan kaç hücre var bul ve çıkar...
Gelin şu havalimanı katliamının nedenleri üzerinde konuşalım, tartışalım...
Ve soralım:
IŞİD ve öteki cihatçı terör örgütleri Türkiye’nin dört bir yanında hücre yapılanmasına girdi mi girmedi mi?
Mutlu bayramlara, bunca acılara, ölümlere karşın!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları