Kiarostami’nin tılsımlı bahçesi

07 Temmuz 2016 Perşembe

Bülbül sesini ben hayatımda ilk kez İran’da duydum.
Tahran’da ilk gecemdi. Şah öncesinin hükümdarları olan Türk kökenli Kaçar hanedanından kalma harikulade bir malikânenin bahçesinde bulmuştum kendimi. Asırlık ağaçlar ve güllerin, ortancaların bulunduğu bahçede bülbüller şakıyordu. İran’a girişim divan edebiyatının has örneklerine layık şekilde güller arasında ve bülbüllerin sesi ile olmuştu. Malikânenin rüya gibi bu bahçeye açılan ince, zarif sütunlu bir terası vardı. Terasın önünde geleneksel bir şark havuzu, havuzun ilerisinde de malikânenin parkına doğru yönelen iki yanı çınarlı bir yol uzanıyordu. Terastan bu yöne baktığınızda, sonsuzluğa giden bir yola bakıyor gibi oluyordunuz. Kiarostami ile ahbaplığı olan ev sahibi dostum, İranlı yönetmenin bu terasta benim üzerinde bulunduğum koltuğa oturduğunda, bu çınarlı yola bakmaktan büyük zevk aldığını anlatmıştı. Ev sahibesi gibi Kiarostami’ye de çünkü bu yol “sonsuzluğu” düşündürüyordu... Kiarostami’yi tanımadım ama bahçesine girmiş oldum. Hiçbir şey bana günbatımında rayihaların yükseldiği bu muhteşem Doğu bahçesi denli onun sinemasını tarif edemezdi: Şiirsel ince bir estetik ve doğayla iç içe geçen zengin boyutlu felsefi bir derinlik...

‘Aktif muhalif olmadı’
Kiorastami ve ardıllarına zamanla alışıldı...
Ama Kiorastami filmleri, 90’lar sonunda sansür duvarını aşarak dünyayla ilk buluştuğunda, sanatseverler uzaklardan perdeye ulaşan bu yeni soluk ve yeni bakışla derinden sarsılmıştı. İran sinemasını evrene açan ve arkasından gelen tüm büyük İranlı yönetmenlere yol gösteren Kiarostami’nin ölümünü duyduğumda, “Kajar bahçesinin ev sahibesi” dostumu aradım. Arkadaşım “Kiarostami’nin sinemaya tinsel bir yaklaşımı vardı” diye söze başladı: “Ağır tempo sineması kitlelere değil sanat tutkunlarına hitap ederdi. Filmleri Tahran sinemalarında gösterilmezdi. Evlerde ve özel gösterimlerde izlenirdi. Ama izleyicilerinin, salt aydın çevreyle sınırlı olmasına rağmen rejim Kiarostami’den hiç haz etmezdi. Yönetmeni doğrudan doğruya hedef almasa da kendisine sıcak bakmadığını belli ederdi. Kiarostami de, beri yandan rejim karşıtı olmakla birlikte Panahi örneğinde gördüğümüz gibi aktif bir muhalif olmayı hiç düşünmedi. Sürgünde yaşamak istemedi. Ama sık seyahat eden ve dünyayı bilen, iyi tanıyan bir aydındı.”

‘Aura’sı yetti
Köktendinci rejim, “aktif” olmayan muhaliflerden dahi neden nefret eder?
New York Times’da çıkan bir yazı bu soruyu şöyle yanıtlıyor: “(Kiarostami’nin) yabancılarla temasta olması bile onun katı rejim yanlılarınca kuşkuyla karşılanması için yeter nedendi. Sahip olduğu nüfuz ve tabanındaki hayran kitlesi tehlikeli görülmesine yetiyordu.” 1997’de “Kirazın Tadı” filmiyle Cannes’da “Altın Palmiye” ödülünü kazanan Kiarostami nitekim ülkesine döndüğünde Tahran havaalanının arka kapısından çıkarılmış. “Yurtdışı bağlantıları” sebebiyle çünkü kendisini ön kapıda yobazlardan oluşan bir kalabalık protesto etmek için bekliyormuş.
Bu ortaçağ yobazlarına rağmen Abbas Kiarostami “İran gerçeğini” dünyaya tanıtan isim oldu. Usta yönetmen, sadece İran sinemasının kapılarını açan ilk isim olmakla kalmadı, aynı zamanda ülkesini dünyaya açtı ve günümüz IŞİD’inden farksız olan Humeyni sonrası İran’ın imajını değiştirdi. Şimdi “açılım yanlısı” İran rejimi Kiarostami’yi rahmetle anıyor.
Tahran’ın birikimli dışişleri bakanı Cevad Zarif, “üstad” diye tanımladığı yönetmenin ölümünü “uluslararası sinema için kayıp” olarak nitelendiriyor. Cumhurbaşkanı Ruhani de sanatkâr yönetmeni öve öve bitiremiyor.
Eh... Düşmez kalkmaz bir Allah.
Bir hafta için izninizi rica ediyorum...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024
31 Mart’ın bahsi 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları