Frankenstein

10 Temmuz 2016 Pazar

Avrupa’da 1816 yılı, “Yaz mevsiminin yaşanmadığı yıl” olarak anılır.
Endonezya’da patlayan Tambora volkanı Avrupa’nın iklimini öyle bir değiştirir ki, haziran ortasında hava buz gibidir. İsviçre’nin Cenevre Gölü’ndeki Diodati Villası’nda bir araya gelen tatilciler, geceleri ısınmak için şöminenin çevresinde toplanırlar.
Frankenstein’ın yazarı Mary Shelley (Godwin), üvey kardeşi Clair Calirmont, sonradan Mary ile evlenecek olan yazar Percy B. Shelley, şair Lord Byron, Dr. John William Polidori… Hepsi bir arada. Mary Shelley henüz 18 yaşında.
O yıllar bilimsel gelişmelerin hızlandığı yıllar. Şimdiki gibi. Özellikle elektrik teknolojisinde yeni gelişmeler yaşanıyor. Kadavralara elektrik verilerek çeşitli deneyler de yapılıyor. Frankenstein’in elektrik verilerek canlandırılması boşuna değil yani.
Geceleri şömine başında yapılan sohbetlerde bir yandan bilimsel gelişmeler tartışılırken diğer taraftan korku öyküleri anlatılıyor. Lord Byron o sırada “Hepimiz birer korku öyküsü yazalım” önerisini getiriyor.
İşte Mary Shelley’in Frankenstein’i böyle ortaya çıkıyor. Sadece o mu? John Polidori de dünya edebiyatındaki ilk vampir öyküsünü burada yazıyor. Bir volkan patlamasının edebiyata etkisine bakar mısınız?

***

Aradan 200 yıl geçti. Mary Shelley’nin kült romanı “Frankenstein veya modern Prometheus”, hâlâ etkileyici bir anlatı. “Frankenstein’ın 200. Yılı” nedeniyle dünyada etkinlikler düzenlenmesi boşuna değil.
Henüz bir “Frankenstein” yaratmadık.
Ama bazıları “Bu da yakında gerçekleşebilir” diyor. Yuval Noah Harari’nin “Sapiens” kitabını okuduktan sonra, şu tümceleri not etmişim:
“Tarih boyunca üst sınıflar hep alt sınıflardan daha akıllı, daha güçlü ve daha iyi olduklarını iddia ettiler. Ama çoğunlukla kendilerini kandırıyorlardı. Fakir bir köylü ailesinden doğan bir bebeğin, kralın oğlu kadar zeki olma ihtimali hep vardı. Fakat yeni tıbbi olanaklarla, üst sınıfların bu kibri artık gerçeğe dönüşebilir.”
Biliyorsunuz, önce Bill Gates kendine ait blogunda, eşi Melinda’ya Harari’nin kitabını önermişti. Ardından Facebook’un kurucusu Zuckerberg kitabı 38 milyon takipçisine tanıtmış, kitap çok satanlar listesine girmişti.
Harari, genetikte yaşanan gelişmelerin kanser gibi pek çok hastalığa çare olabileceğini vurguluyor. Fakat süper insanların da yaratılabileceğine dikkat çekiyor. Bir başka not daha almışım:
“Gelecekte 4 canlı türü rekabet edecek: 1- İnsanlar, 2- Genetiği değiştirilmiş insanlar, 3- Bedenleri ‘mekanik ve dijital parçalar’ takılarak güçlendirilmiş insanlar (Siborglar) 4- Robotlar.”
Peki, bu rekabetin sonucu ne olur?
Geniş kitleler, genetiği değiştirilmiş insanlara nasıl davranırlar? Ya genetiği değiştirilmiş olanlar, “normal” insanlara… Sonunda robotlar mı hâkimiyeti ele geçirir?

***

Bana sorarsanız, genetiği değiştirilmişleri başlangıçta hiçbirimiz bilmeyeceğiz. Sonra, buna hazır olduğumuzda bazı magazin haberleriyle gerçeği öğreneceğiz.
“Benim de genetiğim değiştirildi” diyecek ünlü bir sinema oyuncusu.
Süper zeki, çok sağlıklı, sporcu görünümlü, çok güzel kadınlar ve çok yakışıklı erkekler boy boy poz verip kendi öykülerini anlatacaklar.
Bu itirafları duyunca şaşıracağız.
Baklava karın kaslarına sahip süper yakışıklı adamların fotoğraflarına bakan eşlerimize de şöyle diyeceğiz:
“Amaaan… GDO’lu ne olacak!”
Sanırım önümüzdeki yıllarda son 200 yıldakinden farklı Frankenstein öyküleriyle karşılaşacağız. Bu iş nereye varır derseniz, Harari’nin kitabının son bölümüne verdiği başlık şöyle:
“Homo Sapiens’in Sonu”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Önce Cumhuriyet! 9 Eylül 2018
İklim için ses ver! 2 Eylül 2018
Özel yaşamın sonu mu? 26 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları