Demokrasi bayramı...

21 Temmuz 2016 Perşembe

Joan Baez “Onca savaş bölgesine, iç kargaşaların olduğu, diktatörlükle yönetilen ülkeye gittim ama Türkiye’de bugün gördüğüm kadar büyük, öngörülmez tehlikeyi başka yerde görmedim” dedi ve İzmir konserini iptal etti.
15 Temmuz’daki o sefil, anakronistik darbe kalkışmasından sonra müzik kesildi. Sıkıyönetim gelmeden mesaj alındı. Konserler, festivaller, eğlenceler iptal oldu. Sokaklar, restoranlar, alışveriş merkezleri ıssızlaştı. Turistler görüş alanımızdan tamamen çıktı.
“Demokrasi bayramımız”, kendiliğinden bir OHAL’e dönüştü.
İspanya’da yıllar önce gene böyle çok ilkel bir darbe girişimiyle parlamentoyu basan Tejero kalkışmasını yaşamıştım.
Tejero cuntasının başarısızlığa uğramasının ardından bizdeki gibi yaşam orada durmamış, kaldığı yerden derhal eğlencesi ve şamatasıyla devam etmiş ve ortaya, toplumun bütün renklerini yan yana getiren coşkulu, canlı bir yeniden doğuş çıkmıştı.
Bizde halbuki yandaşlar dışında herkes korkuyla evine çekilirken sokaklar yekpare şekilde “tek parti” görünümüne bürünen “AKP demokrasisinin” destekçilerine kaldı.

‘Camiler kışlamız’ sendromu
Bu muazzam fark neden?
İspanya’da (15 Temmuz’daki gibi) “Ya herro, ya merro! Ya şimdi, ya asla!” yaklaşımıyla girişilen o son, abuk darbe girişimi, ülkenin tam “demokrasiye” evrildiği eğrinin son kesitinde yapılmıştı.
Türkiye tersine darbe kalkışmasına demokrasinin zaten tüm fren ve kontrol mekanizmalarının iflas ettiği ve basının, yargının, sivil toplumun çok uzun süredir baskı altına alındığı bir U-dönüşte yakalandı.
Demokrasiye aslında sade bir taş atımı mesafesinde olan İspanya’daki başarısız kalkışma, toplumu çok coşkulu bir özgürlük hedefi etrafında kenetleyen dev bir iyimserlik ve özgüven dalgası yaratırken burada “tek parti” şablonunu “demokrasi” ile özdeşleştirmeyen herkeste derin bir korku, endişe ve içe kapanış ortaya çıktı.
Darbe gecesinin korku filmlerini aratmayan görüntülerinden ve bu meyanda arkadan gelen cadı avlarından, Alevi-Kürt mahallelerinde yaşanan yoğun tedirginlikten hiç bahsetmiyorum bile.
Türkiye son kertede “farklı” herkesin kendisini ağır tehdit altında hissettiği bir yer haline geldi.
“Farklı”lılıkları bırakın “kadınlar” bile sokaklardan çekildi.
“Minareler süngümüz/Kubbeler miğferimiz/Camiler kışlamız ve müminler askerimiz” havası meydanları baştan sona teslim alırken, başörtüsüz kadınlar bilhassa ... fotoğraftan çıktı.

‘İstanbul Tahran gibi’
Bu sadece benim saptamam değil. Dışardan bakan herkes bu tespiti yapıyor.
İtalya’nın ünlü kadın yazarlarından Dacia Maraini “Corriere della Sera”da “Sokakta darbeyi alt eden kitlelerin resimlerinde niye yalnız erkek var ve (başı açık ve kapalı) kadınlar hiç yok?” (18 Temmuz) diye soruyor.
Aynı gazetede dün “Laik Türk kadınlarının büyük korkusu” başlıklı bir yazı kaleme alan Sara Gondolfi, “camiler kışla” ortamında sokağa el koyan kalabalıkların başı açık kadınları “Bir gün sizin gibileri de yok edeceğiz tehditleriyle” sindirdiğini, Türkiye’nin zengin kadın hareketinden ise çıt çıkmadığını anlatıyor.
Repubblica aynı şekilde “İstanbul Tahran gibi olduysa” başlıklı yazısında (20 Temmuz) “laiklerin, demokratların, liberallerin ve Gezicilerin nereye gittiğini” soruyor.
Ve “bu bir dönüm noktası” diye ekliyor: “Ülkenin eğer diğer yarısı süratle tepki göstermez ve varlığını hissettirmezse, bir zamanın kozmopolit ve hoşgörülü Türkiyesi uzak bir anı olur!”
Not: On gün İrlanda’daydım. Sizlere bol bol Brexit sonrası İngiltere, İrlanda ve Avrupa anlatmayı planlıyordum. Ama nerde? Niye yoksun, sesin çıkmıyor diye soran okurlara teşekkür eder, “Sağnak”ta yeniden buluşacağımızı bildiririm.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024
31 Mart’ın bahsi 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları