Eski defterler, yeni ‘asimetri’ler

29 Temmuz 2016 Cuma

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Meclis’te yaptığı konuşmada muhalefete yönelik “17 Aralık’tan önce biz size inanmadık, 17 Aralık’tan sonra da siz bize inanmadınız” dedi.

Lânetli darbe girişimi karşısında an itibarıyla demokrasi ortak paydasında buluşmuş iktidar ve muhalefetin, aslında hayli kırılgan da olan bu ittifakını zedeleyecek tartışma başlıkları üretmek istemiyorum.

Ama yine de olmuyor, “kıyas”taki muazzam asimetri, Bakan Bozdağ’ın özeleştirisinin yetersizliğini dillendirmeyi engelleyemiyor.

17 Aralık (2013) öncesi denilen, 10 yılı aşkın bir süreç.

Bu süreç, şimdi FETÖ adı altında korkunç ve kanlı bir kalkışmanın sorumlusu sayılan yapı ile sadece “al takke-ver külah” olmanın değil, aynı zamanda onun “devasa”laşmasının da gerçekleştiği bir dönem.

Yani şöyle: Fethullah Gülen’in 1970’lerde anti-komünist motivasyonla şekillenen cemaat oluşturma sürecinin 12 Eylül 1980 sonrasında “sağ- Atatürkçü” ve Türk-İslâm Sentezci darbe ile de irtibatlı olarak ANAP ve Turgut Özal üzerinden daha ileri bir aşamaya vardığı tabii ki bir gerçek.

1990’larda hemen tüm siyasi partilerle temas içinde olunarak ülke içinde etkinliğin, ama esas dünyada yaygınlığın giderek arttığı, o da bir gerçek…

28 Şubat (1997) darbesinin Erbakan’ı tasfiye ederken Gülen’in de üzerine gittiği, ama onu tasfiye değil “tahliye” ettiği ve lideri olduğu harekete küresel (“uluslar-üstü”) konum kazandırdığı da diğer bir gerçek.

Hep yazdık, yine zikredelim: 12 Eylül, Gülen’in “yerel”den “ulusal”a alabildiğine açılmasının önünü açmıştır.

28 Şubat da onun “ulusal”dan “küresel”e alabildiğine açılmasının önünü açmıştır.

Bunlar doğrudur, ama bu hareketi bugün “FETÖ” olarak karşımızda durur noktaya getirecek potansiyel, 2000’lerden itibaren AKP döneminde oluşmuştur.

AKP ve cemaat arasındaki ilişki bir “koalisyon”du. Bu koalisyon, ABD-merkezli küresel-kapitalizmin “11 Eylül 2001” sonrasında küresel-İslâmcı tedhişe karşı Müslüman dünyada kendisiyle uyarlı, yani küresel-kapitalizmi nimet sayan oluşumlar arayışından çıkış buldu. “Mavi Marmara” olayından başlayarak, özellikle de Suriye’deki kirli içsavaşa bulaşma sonrası gelen ayrışma ve “koalisyon”un bozulması, ayrı bir tartışma konusudur. Ama öncesinde, Batı için cemaat ne ise parti de odur.

Şu aralar birileri ha bire "FETÖ"nün ABD ve CIA ile bağlantısını deşifre etme yolunda eski defterleri açıyor ve mesela bir dönem CIA’nın Türkiye istasyon şefliğini de yapmış Graham Fuller’in süreçteki dahlini işaret ediyor.

Doğrudur, Fuller 2001’de İkiz Kuleler’e El Kaide eylemi sonrasında yazdığı yazılarda ve kitaplarda Gülen Hareketi’nden sitayişle bahsetmiştir.

Fakat aynı çerçevede (ya da “paralel”de!) Fuller’in sitayişle bahsettiği diğer organizasyon da AKP’dir.

Fuller’in bu doğrultuda 2007’de yayımlanmış “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” başlıklı kitabı (2008’de Türkçe çevirisi yapıldı) AKP çevrelerinin bugün dillerinden düşmeyen “Yeni Türkiye” tabirinin en erken, belki de ilk kullanımını karşımıza çıkarır!..

Birileri, muhalifler AKP’ye ha bire “Bunlara siz kucak açıp ne istedilerse vererek bu noktaya getirdiniz” demekten başka bir şey yapmıyor ahkâmı kesecekse kessin ama benim derdim, bu retoriği körü körüne sürdürmekten öte şu: Bakan Bozdağ muhalefetle yumuşama ve demokrasi paydasında buluşma yolunda yukarıdaki kıyası yaparken çok ciddi bir “asimetri” üretip kanımca sürecin buralara gelmesinde sorumluluk paylarını hayli minimalize ediyor.

Ayrıca muhalif çevreler 17/25 Aralık sürecinde sizi neden dinlemedi, bunun üzerinde de, üstelik “özeleştirel” olarak düşünmek gerekmiyor mu?

Ülkeyi “Yüzde 50” vurgusuyla öyle bir kutuplaştırdınız ki Gezi olaylarından itibaren ne CHP’lisi, ne MHP’lisi, ne HDP’lisi, ne de diğer muhalif unsur ve oluşumlar kendini güvende-emniyette hissedebildi karşınızda...

Ve o süreçte ortalığa saçılan yolsuzluk iddiaları, işaretleri de cabası! Onlara ilişkin kendi içinizde ve kamuoyunu rahatlatacak mahiyette ne ölçüde hukuksal hassasiyetle hareket ettiniz ki 17/25 Aralık tablosunda insanlardan sizin söylediklerinize inanmasını, kulak asmasını bekleyebiliyordunuz?..

Dolayısıyla mesele, bugün eski defterleri açma, açmama meselesi değil. Bu ister istemez oluyor ve olmaya da devam edecektir.

Eski defterlere bakışımız ne kadar özeleştirel, ne kadar kendine yontmaya dönük ve ne kadar “asimetrik” olmakta ya da olmamakta?!

İşte mesele bu.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları