Kurumsal Sıkıntıların Kaynağı

17 Ağustos 2008 Pazar

Bir toplumu toplum yapan kurumlarıdır. Toplumsal yapı kurumsal olarak üç ayaküzerinde durur; siyaset, adalet ve eğitim. Siyaset, burada geniş anlamdadır; ekonomiyi, yönetimi ve güvenliği içerir. Tüm diğer kurumsal yapılar bu üçlünün türevleridir. Kurumların oluşumu, işleyişi ve işlevlerini yerine getirmedeki becerisi, toplumun yalnızca bugününü değil, geleceğini de belirler.

Türkiyenin temel kurumsal yapısı, 12 Eylül 1980de tam anlamıyla biçildi, yerle bir edildi; niteliksel değişime uğradı; kimlik değiştirdi; ilkelleşti. Kurumların iç işleyişlerinin demokratikleşmesi gerekiyordu; bu olmadı, bunun yerine kurumlara sinmiş olan 12 Eylül karanlığı alacakaranlık olarak kalıcılaştı. Sonuçta, yıllardır, kurumlarda, demokratikleşme istemi ile baskıcı anlayışın iç çatışması yaşanıyor.

Demokrasi-baskı ikilemi, kurumların işlevlerini yerine getirmelerinde de görülüyor. Örneğin, siyasi partiler anayasaya göre demokratik yaşamın vazgeçilmez unsurlarıdır ama çelişkiye bakın ki bunların yapıları, iktidarı ve muhalefetiyle demokratik işleyişten tümüyle yoksundur. Bu çelişkili durum ya da terslik, siyasi partilerle diğer kurumların güncel ilişkilerine yansıyor. Siyasetin adalet ve eğitimin geneli ile olan ilişkisi bir yana, son haftalarda yaşanan AKP-YÖK bütünlüğü ya da CHP-Genelkurmay söz savaşı bu yanlışyansımanın somut biçimleridir.

***

İki hafta önce bu köşede vurgulandığı gibi, AKP-YÖK bütünlüğünün üniversiteler üzerindeki baskısı, aslında, kurumsal bir el koymanın çok ötesine gitmekte ve uzun dönemde bilimsel gelişmeye saldırı anlamına gelmektedir. Kimi rektör atamaları, saldırının çok aşırı boyutlara ulaştığını kanıtlıyor.

Oysa iktidar-üniversite ilişkilerinin nasıl olacağınıntartışılması asırlar öncesine gider; çağımızda anlamsızdır. Demokratik ülkelerde bu sorunun yanıtı çok açıktır ve evrensel kurallara bağlanmıştır: Siyaset, bilimsel çalışma alanına karışmamalıdır; karışırsa, ortada bilimsellik kalmaz. Yüzyılların deneyimlerinden süzülüp gelen bilimsel özgürlük ve bunun altyapısı olan özerk üniversite bu kuralın dayanaklarıdır. Özerklik kavramı da yalnız yönetimsel değil, mali özerkliği de içerir.

Kendisi demokratik olmayan bir siyasal kurum olarak AKP, bilimsel özgürlük ve kurumsal özerkliği anlamaz; anlayamaz. Hele kendisinin Ilımlı İslam özelliği de bu demokratik olmayan yapısına eklenirse, bu kadar ağır müdahalenin doğrudan sonucu olarak üniversitelerin neden özerk olamayacakları kolayca anlaşılır. Türkiyede yükseköğretimin sayısal olarak yüzde 90dan fazlasının yükünü çeken devlet üniversitelerinin pek çoğunun yaşadığı acıklı durum budur.

Geleneksel olarak üniversite özerkliğinin sözcüsü olan CHPnin şimdiki üst yönetimi, 2000lerin başında akıl almaz bir yanlışlık yaptı ve şiddetle karşı çıkmamıza karşın YÖKü savunmaya başladı. Bununla da kalmadı, AKP ile YÖKe dokunmayın pazarlığı yapıldığı basında yer aldı (Vatan, 14 Mart 2005). Asıl kurumsal sıkıntı bunun da ötesinde: CHPnin o günlerin YÖKünü savunmasının nedenleri ne bu partinin içinde tartışılabildi ne de kamuoyuna bu konuda bilgi verildi. Bu nedenle CHP, üniversitelerin yaşadığı bu son olumsuzluklar karşısında ya Aman AKP kadrolaşması olmasın diyor.. ya da susuyor!

Aynı kurumsal sıkıntı, Genelkurmay-CHP ilişkilerinde yaşanıyor. Genelkurmayın 27 Nisan 2007deki ünlü e-muhtırasınıdemokrasiyi savunarak eleştiremeyen CHPnin son günlerde bu kuruma yönelttiği eleştiriler de tümüyle etkisiz kalıyor; ters tepiyor ve sabun köpüğü bile sayılmıyor.

***

Kurumların gelişmesi ilke olarak kendi iç devingenlikleriyle olmalıdır. Siyasi partilerin diğer kurumlarıdüzeltmeyeçalışması bu nedenle yanlıştır. Kaldı ki partilerin bunu istemeleri için önce kendilerinin demokratikleşmesi; çözüme kendilerinden başlamaları gerekiyor. Asıl kurumsal açmaz ya da çözümsüzlük bu noktada düğümleniyor; partiler demokratikleşemiyor; bu yapılarıyla, demokratikleşmeye ve kurumların gelişmesine engel oluyor.

[email protected]



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yerelde yeşermeli 25 Mart 2019

Günün Köşe Yazıları