PKK ile mücadelenin yolu bu değil

25 Ağustos 2016 Perşembe

Emre Kongar, dünkü yazısına içinde bulunduğumuz durumu özetleyen şu cümle ile başlıyordu: “Türkiye üç koldan terör saldırısı altında.” Bunların IŞİD, FETÖ ve PKK terörü olduklarını da, bunların üçüyle mücadelenin de doğru şekilde yapılmadığını belirtmeye de gerek yok sanırım. IŞİD ile mücadelenin layıkıyla yapılamadığını veya yapılmadığını daha önce yazmıştım. Öyle görünüyor ki,dünün FETÖ’cüleri, bugünün soruşturmacıları, koğuşturmacıları konumuna geldiklerine göre o konuda da durum farklı değil.
Güneydoğu’dan ve başka yerlerden gelen haberler PKK ile mücadele konusunda da yanlış yolun tutulduğunu gösteriyor.
Bir konuya açıklık getireyim: Çözüm sürecinin, çıkmaza sürüklenmesi ve yeniden kanlı çatışmalar dönemine girilmiş olmasının sorumluluğunu tek başına iktidara yükleyenlerden ve PKK’nin, uluslararası konjonktürden yararlanma hesaplarını da içeren, uzlaşmaz çatışmacı tavrını görmezden gelenlerden değilim. Tam tersine terör örgütü PKK’ye karşı, polisiye önlemlerin alınmasını ve bunun hiçbir koşulda savsaklanmaması zorunluluğunun farkında bir kişi olarak, iç içe girmiş Kürt sorunu ve PKK terörünün hem bir arada, hem de aynı anda ayrı ayrı ele alınmalarının tek geçerli yöntem olduğunu belirtmek isterim.
“Çözüm süreci”nde, PKK’nin terör eylemleri hazırlıklarına göz yumduğu için siyasal iktidarı eleştirenlerin, şimdi “Neden teröre karşı şiddet kullanıyorsun” demeleri zaten beklenemez.

***

Ancak teröre karşı kullanılan şiddetin orantılı olması, vatandaş ile teröristi elden geldiğince birbirinden ayırması zorunludur. Masa başında yazması çok kolay olan bu hususun, çatışma alanında hayata geçirilmesinin ne denli güç olduğunun farkındayım.
Ama bu yaşamsal zorunluluğa uyulmadığı takdirde de, vatandaşın ve onunla birlikte mücadelenin de kaybedileceğini de akıldan çıkarmamak gerek.
Vatandaşı PKK’nin yanından ayırmadan Kürt sorununun çözümü imkânsızdır.
Bunun için yapılması gereken, bir yandan PKK ile savaşı sürdürürken öte yandan demokratik önlemleri alarak, toplumsal mutabakatın koşullarını oluşturmak gerekir.
Toplumsal mutabakat Kürt sorununun çözümündeki anahtar düşüncedir ve o gerçekleşmedikçe, ne yaparsanız yapın sorun çözülmeyecektir.
Kendisini Kürt olarak tanımlayan vatandaşların, mümkün olan her fırsatta ve platformda, kendilerini ifade etmelerinin önünü açmak, daha da ötesi, bunu teşvik etmek ve Kürt sorununun dile getirilme platformlarının çeşitlendirilmesi, yüreklendirilmesi ile şiddetin geçerli bir ifade biçimi olmadığını, siyasi tartışmanın ve çözüm arayışının tek umar olduğunu göstermenin yolu herhalde, HDP’yi dışlamak, izole etmek ve daha fazla PKK’nin kucağına itmek olmasa gerek.
HDP veya kendini Kürt olarak tanımlayanların tüm gerçek siyasal örgütleriyle diyaloğu geliştirmek şarttır.

***

Şimdi pazar günkü Cumhuriyet’in manşetindeki Canan Coşkun’un haberine özetle bakalım:
İstanbul Esenyurt’taki Recep Tayyip Erdoğan Parkı’nda Kürtçe türkü söyleyen ikisi çocuk, 14 genç polis tarafından tekme, sille, tokat gözaltına alınıyor ve 2 çocuk serbest bırakılırken, 12 genç mahkemeye sevk ediliyor, yargıç gençlerin türkü söylediklerini kabullerini kısmi ikrar ve polis tutanağını da yeterli kanıt olarak kabul ederek, hepsini tutukluyor.
Parkta herhangi bir kamera görüntüsü olmadığı, gençlerin slogan attıklarına dair herhangi bir tanık ifadesinin bulunmadığı belirtilen haberde gençlerin poliste gördükleri şiddetin izlerinin götürüldükleri hastanenin doktoru tarafından “görülmediği”nin de altı çiziliyor.
Bu tüyler ürpertici haber, tam da Kürt sorununun çözümü için neler yapılmaması gerektiğini gösteriyor.
Herhalde toplumsal mutabakatın yolu baskıdan, sindirmeden, yıldırmadan geçmiyor. Toplumsal mutabakat olmadan da hiçbir etnik sorun çözülmüyor, tabii ki, ayrılık tercih edilmiyorsa eğer...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları