‘İpek bir halıya benziyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim’

30 Ağustos 2016 Salı

Önce 30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun!
Ne diyor dünya şairimiz Nâzım Hikmet, Kuvayi Milliye Destanı’nda:

***

Saat 2.30.
Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır,
ne ağaç, ne kuş sesi,
ne toprak kokusu vardır
Gündüz güneşin,
gece yıldızların altında kayalardır.
Ve şimdi gece olduğu için ve dünya karanlıkta daha bizim,
daha yakın, daha küçük kaldığı için
ve bu vakitlerde topraktan
ve yürekten evimize, aşkımıza ve kendimize dair sesler geldiği için

kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi
okşayarak gülümseyen bıyığını seyrediyordu Kocatepe’den
dünyanın en yıldızlı karanlığını.

Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında onu gördü.

Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu
Paşalar: ‘Üç’, dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkla akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı.
...
Ali Onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü ve şu türküyü duydu:
‘Dörtnala gelip uzak Asya’dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benziyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu, bu davet bizim.
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim...’

Bu ülkenin Kurtuluş ve Kuruluş’unu inkâr politikalarıyla bugünlere geldik. Nasrettin Hoca misali Türkiye gölüne bir yabancı maya çalmaya kalkıştılar. Hepsine, Nâzım Hikmet’in destanı yeter de artar bile...
Yapılacak en büyük işlerden biri, bu büyük destanın her yerde oyun olarak yıllarca sunulmasıdır...
Gelelim güncele.

ABD: İLİŞKİLER ESKİSİ GİBİ OLMAZ
AKP, ABD ile bir kopuş yaşıyor. Ekranlarda konuşan iktidar temsilcilerini dikkatle izlediğinizde, bu kopuşun ciddi zemin kazandığını görürsünüz.
AKP kadroları ABD’ye mesafe koyuyor. Türkiye’nin politikalarının Ankara’nın kararlarıyla belirleneceği gibi düşünceler sık sık açıklanıyor.
Hayır, bunu epey ciddiye alıyorum.
Evet, Erdoğan’a önceleri BOP eşbaşkanlığı gibi, ABD için “stratejik görev”ler verildi. ABD ve AB, AKP’yi/RTE’yi “Ilımlı İslam” yönetimine hazırladılar, bunu desteklediler; beklentileri laiklik gibi bir geçmişi olan bir ülkenin, ılımlı İslami bir yönetime kayarak, Ortadoğu ve Kuzey Afrika İslam ülkelerine “örnek” olabileceği gibi bir safsatanın gerçekleşmesiydi.
Bunun için neler yapmadılar.
Kemalizmin artık yok edilmesi gerektiğinden tutun, “bu ülkenin demokrasiye de fazla ihtiyacı olmadığı” gibi itçesine sözleri bile dile getirdiler.
ABD/Batı’nın bu politikasının diğer -gerçek- yüzünde ise ülkenin iyice karışması vardı. Laikliğin yıkılıp gitmesi demek, yarım yamalak demokrasinin de kazılan kuyuya gömülmesi demekti. Bugünkü kaotik duruma bakın!

Vesayeti ABD yarattı
Bunun için neler yapmadılar dedik: Ordu, şüphesiz ki yıkılmalı, çökertilmeliydi. “Vesayetçi Ordu” gibi, gerçekliği zor tartışılabilecek bir etiket altında, önce 2003’te ordunun başına çuval geçirdiler. Arkasından Ergenekon ve Balyoz davaları geldi.
Aslında ABD bu “vesayetçi yapı”yı kendi yaratmıştı daha çok. Tüm politikalarını kestirmeden ordu üzerinden gerçekleştiriyordu çünkü. Darbeyse darbe...
ABD bu kez de yine Ordu üzerinde Cemaat vesayeti ile amacına ulaşmak istedi. Bu kez tutmadı.
AKP kadroları -başka gidebilecekleri hiçbir yer olmadığı ve kalmadığı için- “milliyetçiliğe” soyunmuş ve sığınmış durumda. AKP ile ordu arasında kurulan temel köprü de budur.
Ama AKP esas sınavını vereceği konunun ise demokrasi, insan hak ve özgürlükleri olduğunun henüz farkında değilmiş gibi davranıyor.
İktidar, bu berbat karnesi ile, bu en zayıf olduğu noktada ayakta duramazsa, iktidar olamaz. Elindeki “İslamcılık” ile de gidebileceği bir yer yok.
Farkında değiller...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları