Hikmet Çetinkaya

Özgürlüğün zaferi...

30 Ağustos 2016 Salı

29 Ağustos sabahı aklıma şu soru geliyor: “Bir toplum yakın tarihini bilmeden yaşayabilir mi?”
Sekiz yıl önce yazdığım yazıda Birinci Dünya Savaşı’nda düşman cephesinin en saygın patronunun İngilizler olduğunun altını çizmişim.
Çanakkale’yi ele geçirmek için çok çaba harcamıştı İngilizler. Amaçları 1915’te denizden Çanakkale Boğazı’nı aşmak, Marmara Denizi’ne girip oradan İstanbul’a ulaşmaktı.
Peki ondan sonra ne yapacaktı İngilizler?
Marmara Denizi’nden geçerek Karadeniz’e çıkıp yukarılarda Rus Çarı’yla buluşacaklardı.
Eğer bu düşlerini gerçekleştirebilselerdi Rusya’da 1917 Ekim Devrimi gerçekleşmeyecek; Mustafa Kemal Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda Sovyetler Birliği’yle işbirliği yapamayacaktı...
30 Ağustos’u anlamamız için Çanakkale Savaşları’nı algılamamız gerekir. Tarih bilincinden yoksun toplumlar gerçekleri algılamaktan yoksundurlar.
Tarihine, kültürüne sahip çıkmayan toplumlar, emperyalizmin tuzağına düşer.
2008 yılında yayımlanan “30 Ağustos” başlıklık yazımda;
“Laik, demokratik Cumhuriyeti yıkmak isteyenlerden mi söz etmeliyim yoksa ekonomiyi yönlendiren, bağımsız yargıyı, polisi, devleti kuşatmaya çalışan tarikat şeyhlerinden mi” sorusunu yöneltip şöyle diyordum:
Fethullah Gülen salt ekonomiyi değil siyaseti de yönlendiriyor. Gün Fethullah Gülen ve müritlerinin günü.”
Aynı yıl kumpas tezgâhı kazandı...
Ergenekon, OdaTV, Poyrazköy, Casusluk ve Fuhuş gibi düzmece operasyonların ardından davalar başladı.
O yıllar geçti, çapsız bir imam İslamcılığı kullanarak TSK’nin kılcal damarlarına dek girdiğini, 15/16 Temmuz gecesi darbe girişimiyle gösterdi.
Karşısında halkı ve yurtsever askerleri buldu.
Darbeyle devleti ele geçirme rüyası imamın kursağında kaldı...

***

30 Ağustos özgürlüğümüzün ve bağımsızlığımızın yıldönümüdür bizim...
30 Ağustos’tan 9 Eylül’e dek her şey bir rüya gibidir.
10 Eylül 1922’de Mustafa Kemal İzmir kıyılarından Ege Denizi’nin ufuklarına bakar bakar ve şöyle der:
“Bir rüya görmüş gibiyim... (Yakup Kadri - Ergenekon)”
İlhan Selçuk’un bir yazısında okumuştum, aktarayım...
İzmir kurtulduktan sonra yanına birkaç arkadaşını alarak iki kadeh rakı içmek için Kramer Palas’a gider, salon tıklım tıklımdır, garsonlar müşterileri kapıda göğüslerler:
“Yerimiz yoktur efendim...”
“Canım şöyle bir köşeye sığınsak...”
Bu kez şef garson önlerine dikilir:
“Mümkünsüzdür efendim...”
Bu sırada müşterilerden biri Mustafa Kemal’i tanır: “Mustafa Kemal Paşa geldi...”
Salon allak bullak olur, alkışlar başlar...
O nazik bir müşteri gibi İzmir körfezine bakan ve hızla hazırlanan masaya oturunca da Rum garsona takılır:
“Kral Konstantin buraya gelip bir kadeh rakı içti mi?”
“Hayır Paşa efendimiz...”
Mustafa Kemal:
O zaman İzmir’i neden almak istemiş?”

Bu öykü ünlüdür, insanı ağlatacak kadar hüzünlüdür.
30 Ağustos kurtuluşun zaferidir... Türkiye Cumhuriyeti “batıya karşın” kuruldu, “batıya karşı” kurulmadı...
Bu ikisi arasındaki farkın bilincine erişemeyecek denli bilinçten yoksun ya da kasıtlı olanlar Türkiye’nin bugünkü durumunu kavrayamıyorlar.

***

30 Ağustos bağımsızlığın ve özgürlüğün destansı zaferidir. Askeri zaferin ötesinde büyük tarihe doğru Anadolu’ya yürüyüştür...
Hem Türkler hem Kürtler 30 Ağustos’u anlayabilmek için Çanakkale Savaşı’na dek yakın tarihi öğrenirlerse bu ülkeye barış gelir, ülke PKK belasından kurtulur...
Türkler ve Kürtler hem Çanakkale’de hem Kurtuluş savaşı’nda omuz omuza Savaştılar...
Cahit Külebi’nin “Mustafa Kemal’in Mangası” şiirinde olduğu gibi, “günlerce yarı aç yarı tok, bir kaşık tuzu bulunsun diye vatan macerasında, paşalar paşasının kumandasında, zaferden zafere koşuyor” düşmana karşı savaşarak, bu Cumhuriyet’i kurdular kanlarıyla canlarıyla...
30 Ağustos zaferi, 19. yüzyılın azgın sömürgeciliğine indirilen ilk darbedir!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları