Rıdvan Akın

Tam bağımsızlığa giden yol

30 Ağustos 2016 Salı

Bugün, TBMM Başkanı ve Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın emri ile 26 Ağustos’ta başlatılan Büyük Taarruz’un, Dumlupınar Meydan Muharebesi ile zafere ulaştırıldığı gündür. Bu muharebe; “Başkomutanlık Meydan Savaşı” adıyla da anılır.

Bu savaş, milli kurtuluş mücadelesi boyunca verilen diğer savaşlardan; Taarruz savaşı olması özelliği ve sonucunda vatanı tamamen kurtarmak bakımından ayrılır. Mondros’ta bir “silah bırakışması”na imza koyulsa da, uygulamalar mağlup bir devletin “kayıtsız şartsız teslim alınması” içeriğinde olup; Paris Barış Konferansı’nda Osmanlı’ya “devletlerinin tarihe karıştığı” belgesi verilmiştir. Mevcut durumda ordusu lağvedilen Mustafa Kemal Paşa, olağanüstü yetkilerle, ordu müfettişi sıfatıyla Anadolu’ya gönderilmişti.

Mustafa Kemal, eline geçen bu olanağı, Anadolu’da başlayan Müdafaa-ı Hukuk hareketinin önderliğine dönüştürmeyi başararak, Sivas Kongresi’nden sonra Damat Ferit Hükümeti’ni devirmiş ve Anadolu İhtilalinin meşruiyet temeli olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni, Müdafaa-ı Hukuk hareketi önderi olarak toplamayı başarmıştır.

Büyük Taarruz ile “taçlandırılan” bu büyük mücadelenin hikâyesini ele aldığımızda; TBMM’nin karşısında büyük bir kuvvete sahip işgalci kuvvetleri bulunuyordu. Savaşın başında Devlet-i Aliye’nin 2.5 milyonluk ordusundan Ankara hükümetinin emri altına giren birkaç kolordu dışında anlamlı bir askeri güç yoktu.

Gelişim süreci

Milli Kurtuluş Hareketi Müdafaa-ı Hukuk emrine giren ve işgal güçlerine karşı gayri nizami harp yöntemlerine başvuran Kuvayı Milliye ile başlamıştır.

Kuvayı Milliye’nin son dönemlerinde disiplin eksikliği nedeniyle; TBMM yeni bir ordu inşa etmek zorundaydı. Bu durum dönemin şartlarında kolay olmamıştır. TBMM hükümetini en çok uğraştıran konular; hükümetin meşruiyeti ve firarlardır.

Milli Mücadele’nin başında “genel seferberlik” orduyu besleyecek kaynakların henüz yaratılamamış olması nedeniyle ilan edilememiştir. Milli Mücadele’yi yöneten subaylar, yüksek komuta kademesi dahil genç kurmay subaylardan oluşmaktadır. Bu kadro, genç ama tecrübeli subaylardır. TBMM ve Başkomutan Mustafa Kemal de ordu müfettişi sıfatıyla Anadolu’ya geçtiğinde 38 yaşında mirliva (tuğgeneral) rütbesinde çok genç bir generaldi. Anadolu ordusunun kıtalara kumanda edecek subay kadrosu oldukça meşakkatli kurulabilmiştir.

Ordunun sevkıyat sorununu çözmek için sevk zincirleri; iaşe sorunlarını çözmek için fırınlar kurulmuş, üniforma ve çadır sipariş edilip; hayvanlar için arpa stoklanmıştır.

TBMM ordularının asıl silah kaynağı ise mütarekeye girerken elde kalan Osmanlı silahlarıdır. Bunun dışındaki en önemli kaynak olan Bolşevik Rusya; antiemperyalist niteliği dolayısıyla, Türklerin “milli kurtuluş mücadelesini” askeri ve maddi olarak desteklemiştir.

Doğu Cephesinde Müdafaa-ı Hukuk emrine giren Karabekir’in XV. Kolordusu, en iyi durumda olan birliklerden oluşuyordu. Karabekir; kolordusu ile Doğu’daki üç ili Ermeni ordusundan geri alarak Ankara Hükümeti namına ilk askeri başarıya imzasını attı. Batı Cephesinde ise, İnönü Savaşları, kurulmakta olan düzenli ordunun ilk başarı işaretlerini verdi. Albay İsmet, Yunan ordusunu, İnönü bölgesinde durdurarak geri püskürttü. Türk düzenli ordusu; İkinci İnönü zaferi ile ilk kez olmak üzere, düşmanın çekilmesini takip etme cesareti kendinde bulacaktı. Yunan kuvvetleri 10 Temmuz 1921’de Türk cephesine doğru ilerlemeye başladı. Milli Mücadele literatüründe, Eskişehir- Kütahya savaşları olarak bilinen bu savaşlar, büyük Yunan gücü karşısında, Türk ordusunun gerilemesi ile sonuçlandı. Ordu bozgunun sınırından döndü.

İnanmış bir halkın zaferi

Mustafa Kemal Paşa, Meclis’ten yükselen muhalefeti göze alarak orduyu, “müsademenin kabul edilebileceği en emin çizgiye kadar” geri çekti. 5 Ağustos 1921 tarihli Başkomutanlık Yasası ağır koşullarda müzakere ve kabul edildi. Mustafa Kemal’e bu kanun askeri ve siyasi manada olağanüstü yetkiler tanıdı. Bu konjonktürden ya güçlenerek çıkacak ya da silinecekti. Ülkesinin kaderi ile kendi kaderi örtüşüyordu.

Eskişehir muharebeleriyle başlayan Yunan stratejik harekâtının son safhası Sakarya zaferi oldu. 21 gün süren savaş sonunda işgal ordusu önce durdurulmuş, sonra mağlup edilmişti. Zaferden sonra, ülkeyi uçurumun kenarından kurtaran Mustafa Kemal, kendisini başkomutanlığa atayan Meclis tarafından özel bir yasayla Gazi ve Mareşal unvanları ile taltif edildi. Bu sonuç, tuğgeneral rütbesiyle Osmanlı ordusundan azledilen bir generalin milleti tarafından en yüce rütbeye getirilmesi anlamına geliyordu. Sakarya’dan sonra, ordu taarruz mantığına göre yeniden örgütlenmiştir. Yunan işgal ordusu Sakarya Zaferinden sonra artık savunmaya geçmişti. Yurttaşların bedenleri ortaya koyduğu bu topyekûn seferberliğe en önemli örnek; Tedarik-i Vesait-i Nakliye Kanunu ile yurttaşlara savaş gereçlerinin nakli için bedeni çalışma yükümlülüğü getirmesiydi.

Bütün hazırlıklar tamamlanınca, Başkomutan “Kader Savaşı”nı başlattı. Batı Cephesi’nde 26 Ağustos 1922’de başlayan taarruz, büyük bir meydan savaşı halinde beş gün boyunca sürdü. 30 Ağustos’a kadar çarpışmalar devam etmiş, bu tarihte bizzat Başkomutanın yönettiği meydan muharebesi ile Yunan ordusunun büyük bir kısmı imha edilerek zafere ulaşılmıştır.

Türk tarihinde İstiklal Savaşı’nın en önemli safhasını oluşturan bu askeri harekât sonucunda, Mustafa Kemal Paşa, Yunan ordusu üzerinde kesin bir zafere ulaşmıştır. Yunan kuvvetleri takip edilerek 9 Eylül’de İzmir kurtarılmıştır.

Türk milletinin ‘Halaskârı’

Büyük Zafer Mustafa Kemal’in hayatındaki en önemli dönüm noktalarından biridir. Yoksulluğa, parasızlığa, mühimmat ve lojistik destek eksikliğine, düşmanın sayısal ve teknolojik üstünlüğüne rağmen başarmak, zafere ulaşmak zorundaydı. Askeri ve siyasi koşulların ağır baskısı altındaydı. Bütün millet etrafında kenetlenmiş, her istediği tartışmasız kabul edilen bir başkumandan değildi. Birçok muhalifi hatta kendisine husumet besleyenler bile vardı. Zafer Mustafa Kemal’in askeri ve siyasi gücünü olağanüstü boyutlara taşımış.

Bütün bu olumsuz koşullara rağmen önce Sakarya sonra Başkomutanlık Meydan muharebelerini kazanmış, Türk milletinin “Halaskârı” olmuştur. İstanbul Hükümeti 10 Eylül 1922’de, bir zamanlar rütbelerini söktüğü, idama mahkûm ettiği bu eski generaline “kumandan-ı besalet” hitabıyla bir tebrik telgrafı göndermek durumunda kalmıştı. O artık, vatanın kendisinden beklediğini gerçekleştirmiş, bir milli kurtuluş önderiydi. Bundan sonra içerde ve dışarda savaş meydanlarından daha zor işleri başarmak durumunda olacaktı.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları