Faşizmin sürgünü

04 Eylül 2016 Pazar

VENTOTENE - Henri Charriere’in “Kelebek” romanını bilirsiniz...
Charriere, Fransız Guyanası’nda atıldığı nemli tropik zindanlarda işlemediği bir suçtan çektiği acıları anlatır.
Ventotene’nin hemen yanındaki ikiz kayalık ada üzerindeki Santo Stefano hapishanesi de Charriere’in Kelebek’te anlattığı kaçması imkânsız zindanları aratmayan bir yer.
Bu nedenle Mussolini döneminde faşizm sürgünlerinin yaşadığı bu iki adaya Fransız Guyanası’ndan mülhem olarak “İtalya’nın Cayenne”i ya da “Şeytanın adası” deniyor.
San Stefano Hapishanesi Napoli’nin görkemli San Carlo Tiyatrosu’ndan ilham alınarak yapılmış. Kemerlerle çevrili 3 katlı amfitiyatro şeklindeki zindanların mimarisi etkileyici. Ama sahnelenen buradaki tek oyun trajedi olmuş. Bu o kadar korkunç bir trajedi ki girişinde “Buraya adımını atan sen, her umuttan vazgeç!” yazıyor.
80’lerde sonra İtalya’nın en sevilen cumhurbaşkanı olan Pertini işte bu hapishanede zulüm çeken tutsakların en ünlüsü.
Kendisini yargılayan “özel yetkili faşist mahkemeye”; “Kahrolsun faşizm!” dediği için 10 yıllık hükümle bu zindana gönderilen Pertini, Santo Stefano’daki günlerini “Uzaktan yalnız kilise çanları, deniz ve balıkçıların sesi gelirdi” diye anlatıyor: “Tek bir çehre, bir gülümseme yakalayabilmek için hücrede dikiz deliğine yapıştığım olurdu. Ama Santo Stefano’nun büyük mavi bir göze dönüşen ve bana yeniden yaşam gücü veren göğünü görebilirdim sadece.”
Pertini buradaki çilesinden sonra 1 mil ötedeki Ventotene’ye de bir süre sürgüne gönderilmiş.

Amaç kimliği silmek
Sürgünden maksat muhalifleri yalıtmak. Onları iş, güç; sevdiklerinden ayırıp yıpratmak. İnsanlık onurlarını yok edip yaralamak. Cesaretlerini kırmak. Küçük düşürerek benliklerini, kimliklerini silmek.
Ama Pertini örneğinde görüldüğü gibi Mussolini sürgünü istenilenin tam tersini vermiş. “Şeytanın adası”nın rahlesinden geçenler, demokrasiye geçişle İtalya’nın en gözde siyasi sınıfına dönüşmüşler.
Sürgün şartları hapistekinden farklı. 1.5 kilometrekare yüzölçümüyle Burgaz büyüklüğünde bir yer olan Ventotene’de sürgün mahkûmları, dışarıya penceresi bile olmayan hapis rejimindeki gibi yaşamıyor. Açık havadalar. Adanın belli yerlerinde ikamet edip, belli kısıtlamalarla hareket edebiliyorlar. Hücre yerine yatakhanede kalıyorlar. Farklı “siyasi”lerle oluşturdukları ekiplerle beraber yemek yedikleri aşevleri kuruyorlar.
Mussolini polisince gölge gibi takip edilmelerine ve katı kurallara -örneğin daktilo kullanamıyorlar, kalabalığa giremiyorlar vs.- uymalarına rağmen; burada sürgün kalan “900 muhalif” sonuçta bir “think tank” gibi çalışmış. Bu volkanik adada tüm enerjilerini “faşizmden sonra ülkeyi nasıl yeniden kurarız”a vermişler...

‘Yaşamak taraf olmaktır’
AB’nin temelini oluşturan “Ventotene Manifestosu”nu örneğin burada tutsak kalan Altiero Spinelli ile yazıp anakaraya ulaştırmışlar. Faşizm sonrası ilk kurucu meclisin başkanı olan Umberto Terracini ve arkadaşları, demokratik ilk anayasanın taslağını burada hazırlamışlar.
Ventotene bu nedenlerle “faşizmle mücadelenin” hâlâ kalesi sayılıyor. Ağustos sonunda bu nedenle Merkel, Hollande ve Renzi burada bir araya gelip Avrupa’nın tekrar nasıl “resetlenebileceğini” konuştu. Birliğin encamını masaya yatırırken külleri burada olan “Avrupa’nın babası” Altiero Spinelli’nin mezarını da birlikte ziyaret ettiler.
Rüzgâr uçurmasın diye çatıları dahi düz yapılmış Ventotene’nin pembe, sarı ve şeftali renkli evlerine ayrılmadan son bir kez daha bakıyorum. Duvarların dili olsa da konuşsa lafı sanki bu ada için düşünülmüş. Yıllar, buradan geçen 900 mahkûmun anısından hiçbir şey götürmemiş.
Ventotene meydanında adı “Son Umut/ L’Ultima Spiaggia” olan kitapçının kapısında bile öyle ki faşizm zindanlarında çürüyen Gramsci’nin sözleri var:
“Ben kayıtsızlardan nefret ederim” diyor Gramsci, “Yaşamak taraf olmaktır!”...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sevgiliye Mektuplar 24 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları