Hikmet Çetinkaya

Güle güle kardeşim...

17 Eylül 2016 Cumartesi

İnsan olmanın bilinciyle yaşadı hep... Geleceğe ilişkin düşleri laik, çağdaş eğitimdi...
Bunu başardı, Bakırköy’de “Taş Mektep”i kurdu...
Kimdi o?
Tarık Akan...
40 yıllık arkadaşımı yitirdim. Bir yiğit insanı, yüreği sevgi çiçekleriyle bezenmiş Tarık’ı.
Bir ölümün arkasından yazı yazmak zor!
Kafam karmakarışık anılar denizinde dolaşırken.
Kelimeler beni gecenin kendi yalnızlığına götürürken sade bir inceliği görüyor gibi oluyorum.
Bunca acımasızlığın orta yerindeyim belki...
Suskun, tedirgin, insanın içini kemiren bir acı.
Ruhunu kara cehalete teslim edenlerin ne denli çok olduğunu görüyorum sosyal medyada.
Dinci, faşist troller cirit atıyor:
Tarık Akan sonunda geberdi...
Bu utanmazlar din adına yapıyor bunu...
Alçakça ve düşmanca!
Oysa Tarık’ın aydınlık başı karşı tepede, zeytin ağaçlarının arasında aydınlanmanın ışığını saçıyor.
Aşkın, sevdanın... Hayatın içinde kuşlar uçuşuyor gün ağarmaya yakın.
Sessizliğin içinde bir ses yankılanıyor bir süre sonra:
Senin umutlarını çalıp götürenler, umutsuzluğun kan gölünde boğulacaklardır gün geldiğinde.
Soluksuz o günü bekledi Tarık Akan hayatı boyunca...
Yaşamı kucakladı...
Yurtsever, gerçek Atatürkçü bir sinema sanatçısı eğitime verdi kendini.
Dedi ki:
Umudun var olduğu yerde vicdan ve duygu vardır...

***

Bir sonbahar sabahında Claros Vadisi’nde zeytin ağaçlarının altında otururken ölüm haberini aldım.
Ölüme karşı direniyordun tüm ruhunla, yüreğinle...
Sonunda yenik düştün...
Haberi öğrenince Rutkay Aziz’i, Arif Keskiner’i ve Nebil Özgentürk’ü aradım...
Ağlıyordum Tarık!
Nebil de ağlıyordu Rutkay da...
Çiçek Arif’e bir türlü ulaşamadım.
Anıların peşine takılmış koşuyordum. Son konuştuğumuzda Bodrum’da buluşacaktık.
Ne demiştin bana:
Hiko merak etme bu kanseri kündeye getireceğim.
Boş ver Tarık...
O dize getirdi koca pehlivanı, getirsin bakalım...
Sen, Rutkay, Bekir Coşkun, Burhaniye Ören, Dikili, Küçükkuyu şenliklerinde konuşurduk kumpas davaları sürecinde...
Fethullah Gülen’in (FETÖ) devletin tüm olanaklarını kullanarak Emniyet, yargı,TSK, eğitim gibi kamu kurum ve kuruluşlarında örgütlendiğini.
Nasıl anlatırdık Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, Fuhuş ve Casusluk davalarının düzmece olduğunu...
Konuşurduk, anlatırdık, yazardık ama kimseyi inandıramazdık...
Akın İpek’in Bergama Ovacık’ta bulunan altın işletmelerinin nasıl ölümcül siyanür saçtığını söylediğimizde, AKP milletvekilleri karşımıza dikilirdi “yalan bunların hepsi” diye...
Topu topu aradan 6 yıl falan geçmiş...
O günler çoktan unutuldu Tarık...
Bir başka yazıda bugünleri konuşuruz, hayata, aşka, sevdaya, sevgiye dair bir şeyler söyleriz belki.

***

Hayat avuçlarımızın içinden kayıp gidiyor yıldızlar gibi...
Andre Breton’un düşlerinde gibiyim...
Sıcak bir havada düşler dünyasının kızgın ocağında, şeker kokusunu yansıtan bir esinti yayıyor vadi.
Önceki gece dolunayın ışık saçan ruhu, sonsuz uzaklığın yan gelip yattığı uçsuz bucaksız bir göğe tırmanır gibiydi...
Göğün sonsuzluğu hayatın sonsuzluğudur arkadaşım, dostum Tarık...
Hüzün çiçeği kırgın sana Tarık, bunu sana söylemeden geçemem.
Tüm arkadaşların, sevdiklerin, sinemaseverler, öğrencilerin, öğretmenlerin kırgın...
66 yaşında çekip gittiğin için...
Yine de boş ver...
Ölüm yeniden yaşamaktır...
Güneş, derin denizlerde yıkanır, arınır, her sabah yeniden doğar...
Güle güle sevgili kardeşim, güle güle...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları