Kadri Gürsel

Önce demokrasi, sonra anayasa

14 Ekim 2016 Cuma

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin geçen salı ince çalışılmış belagatle sarıp sarmalayarak Erdoğan iktidarına verdiği “başkanlık müjdesi”ndeki özlü ifadeler şunlardı:
Fiili durumun hukuki boyut kazanabilmesinin süratle yol ve yöntemlerini arayalım...
MHP, Türk milletinin vereceği her karara saygılı ve bağlıdır...
Millet ne derse o olur, neye karar verirse boynumuz kıldan incedir.”
Başbakan Binali Yıldırım da geçen çarşamba Bahçeli’nin hediyesini aynı selamlama cümlesiyle aldı:
Türkiye, fiili durumu hukuki duruma dönüştürmek mecburiyetindedir.
Bu iki zat, mevcut fiili duruma hukuki statü kazandırmak hususunda mutabık görünüyorlar.
Sanki fiili durum şahanedir de memleketin yegâne meselesi bunun üzerine tastamam oturan bir anayasa yapmaktır.
Fiili durum bir felaket, farkında değil misiniz?
Türkiye, eylem ve kararları dengelenip denetlenemeyen bir tek adamın keyfi baskı rejimi altında, demokrasi ve hukuk devletinden her geçen gün biraz daha uzaklaşıyor.
Siyasi erk üzerinde dengeleme ve denetim işlevini görmesi icap eden kurumlar ya felç edilmiş ya da iktidara tabi kılınmış.
Yasama işlevsiz, yargı bağımlı.
Ağır baskı ve tehdit altında yaşam mücadelesi veren bir-iki eleştirel gazete ve bir TV kanalını saymazsanız, basın özgürlüğü sıfır. Medya, iktidara propaganda ve dezenformasyon hizmeti veriyor...
Akademik hürriyet yok edilmiş.
Ülkenin güneydoğusunda kanlı bir savaş, şiddetini artırarak sürüyor.
15 Temmuz başarısız darbe girişimi, iktidar sistemindeki ittifak ilişkilerinin neticesinde yaratılmış devlet krizi ve zaaflarının ürünüydü... Bu darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL, kısa sürede tüm muhalif kesimlere karşı bir baskı, sindirme ve tasfiye aracı olarak kullanılır oldu.
İşkence geri geldi. İnsan hakları ihlalleri yaygınlaşıyor ve endişe verici boyutlara tırmanıyor.
Önlenen askeri darbenin ardından Türkiye şimdi bir karşı darbe sürecinin içinde bulunuyor.
Fiili durum budur.
Yolunu açan da “hukukileşsin” dedikleri tek adam rejimi...
Türkiye’nin tercihi, ülkeyi felakete sürükleyen söz konusu fiili durumu anayasal hale getirmek olmamalıdır. Ülkenin önündeki acil görev, bu fiili durumu demokrasiyle değiştirmektir.
Demokrasi ve onun güvencesi olan kurumlar ihya edilmeden gidilecek bir referandumun sonucunda yürürlüğe girecek tek adam rejimi anayasası da tıpkı 12 Eylül Anayasası gibi meşruiyeti sakat bir belge olarak doğacak...
Basın özgürlüğünün olmadığı, muhalefetin medyaya erişiminin azami ölçüde kısıtlandığı, hak ve özgürlüklerin askıya alındığı ve yüz binlerce insanın sürüp giden çatışma nedeniyle evsiz barksız kaldığı bir ülkede, adil ve serbest seçim ya da referandum yapılamaz, yapılırsa meşru olmaz.
Önce OHAL kaldırılmalı, hemen ardından da OHAL uygulamalarının yol açtığı büyük demokrasi hasarı onarılmalıdır.
Bunlar yapılıp serbest ve demokratik bir tartışma ortamı oluşturulmadan dayatılacak bir başkanlık sistemi anayasasının doğal sonucu, ülkenin anayasal bir olağanüstü hal altında ilelebet yaşamaya mahkûm edilmesidir... Hepimiz biliyoruz ki bu imkânsızdır.
Mevcut şartlarda ortaya çıkacak olan, bir karşı darbe anayasasıdır.
Böyle bir anayasaya göre yönetilen Türkiye’de, muktedirin arzuladığı mutlak istikrar ortamı hâkim kılınamaz; fakirleşme, itibar kaybı ve sürekli istikrarsızlık kaçınılmaz olur.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İdlib’de yüzleşmek 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları