OHAL Türkiye’sini anlamak

15 Ekim 2016 Cumartesi

Aslı Aydıntaşbaş “Ne düşünüyorlar?” başlıklı önceki günkü köşesinde “Erdoğan’ı kabullenen” bir işadamı dostunun görüşlerini aktardı.
Aydıntaşbaş “Yanlış anlamayın” diye lafa giriyor: “Sözlerine katıldığım için değil, bir gazeteci olarak yeri geldiğinde toplumu anlamak ve tercüme etmek zorunda olduğum için.”
Aydıntaşbaş’ın ahbabı “Bu kadar olağanüstü bir süreçte OHAL’i de, tutuklamaları da normal buluyor”muş.
“Devlet o kadar tehlikeli bir yapıyla karşı karşıya ki” diyor işadamı; “Maksimalist davranıyor. Devleti yitirebilirdik. Bu yüzden ByLock kullanan herkesi içeri alıyor. Kuşkusuz aralarında darbeci olmayan çok insan var. Ama nasıl baş edeceksin? Demokrasi şu anda benim için ikinci planda. Kusura bakma. Ancak istikrarı sağlarsak demokrasi gelişebilir. Demokraside en hızlı yol aldığımız Erdoğan’ın ilk 2 dönemi ve Atatürk dönemi. Bir bilgisayar programına ‘Türkiye için en iyisi nedir’ diye sorsak, şu anda Erdoğan çıkacaktır. Bir işadamı olarak böyle bakıyorum.”

‘Reformcu Erdoğan’ tevatürü
Devenin “nerem doğru ki” demesi gibi, bu laf salatasının da neresinden tutulur bilemedim.
AKP’nin hiçbir evrede “reformcu” olmadığı ve Erdoğan önderliğinde demokraside hiç yol almadığımız, 2002’den bu yana Türkiye’nin hem kendi demokrasi tarihi hem dünya skalasında gerilediği ve Avrupa trendini yakalamaya koşarken Ortadoğu ülkelerinin ligine düştüğü bundan böyle uluslararası araştırmalarla ortaya konan bir gerçek.
Geçen hafta daha İsveç’ten Eric Meyersson isimli bir sosyal bilimci böyle bir çalışma yayımladı. Cumhuriyet’te de yazıldı.
Hâlâ Erdoğan’ın adının “demokraside en hızlı yol aldığımız dönemlerle” yan yana getirilmesine, en hafif deyimle şaşırıyorum.
Aydıntaşbaş, görüşlerini aktardığı şahısla “aynı fikirde” olmadığını ve de gazetecilik göreviyle bu mesajları köşesine taşıdığını belirtiyor.
Gene de içim “cız” etti okurken. Bu işadamlarından etrafta çok bol olduğunu bilmiyor muyuz? Benim de böyle var tanıdıklarım. Sorsam, üç aşağı beş yukarı aynı yanıtları alırım. Ama içinde yaşadığımız toplumu anlamak ve anlatmak için bu yüzer, gezer, tuzu kuru işadamlarına ayna tutmak acaba kaçıncı öncelik olmalı? Ondan işte emin değilim. Özellikle kurunun yanında yaş kontenjanından hapislerde çürüyen/işlerini yitiren OHAL mağdurlarının mektuplarıyla posta kutularımız dolup taşarken.

Çöp olan hayatlar
Aydın Engin dün kendisine demir parmaklıklardan yazan akademisyenlerden, YARSAV mensuplarından ve gazetecilerden bahsetti. Bana da OHAL mağduru öğretmenler, polisler, hemşirelerin mektupları yağıyor. Hiçbiri aslında şahsa özel mektuplar değil. Eminim aralarında Aslı Aydıntaşbaş’ın da olduğu tüm köşe yazarlarına gönderilen mektuplar bunlar.
İnsanlar, bu mektuplarda hayatlarının çöp olduğunu anlatıyor; yargılanmadan “terörist damgası” yediklerini, geçim kaynaklarını yitirdiklerini, toplumdan tecrit olduklarını, ruh sağlıklarını kaybettiklerini, yaşayan ölüye dönüştüklerini ifade ediyorlar. Suçlu-suçsuzun ayrılmasını, kendilerine bir savunma hakkı verilmesini talep ediyorlar.
Türkiye ziyareti ardından yaptığı değerlendirmede Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Nils Muiznieks de daha yeni aynı şeyleri söylemedi mi?
İnsan Hakları Komiseri, darbede aktif rol oynayanların kuşkusuz cezalandırılması gerektiğini ama bunun tüm hakların askıya alınması demek olamayacağını, bu mücadelenin insan hakları ile hukukun temel ilkeleri çerçevesinde yapılması gerektiğine dikkat çekmedi mi?
“Masumiyet karinesi, suçun ve cezanın şahsiliği, kanunsuz ceza olamayacağı, ceza hukukunun geriye yürümeyeceği ve de savunmanın kutsallığı” ilkeleriyle bu mücadelenin götürülmesi gerektiğine parmak basmadı mı?
Bize yazan ve de seslerine kulak vermemizi dileyen mağdurlar, işte özellerinde bu ilkelere uyulmasını istiyorlar.
Birer gazeteci olarak bizim ivedi önceliğimiz bu yaşamsal hukuk devleti ilkelerinin göz ardı edilmesini normalleştiren işadamlarının mı, yoksa OHAL-zedelerin mi sözcülüğü olmalı Aslı?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024
31 Mart’ın bahsi 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları