Dario Fo’dan... Bob Dylan’a...

16 Ekim 2016 Pazar

Dünyada, savaş, kan, katliam, açlık, yoksulluk, gelir uçurumu tırmandırıldıkça, egemen güçlerin popüler kültüre daha çok yer açma gerekliliği ortaya çıkıyor. Yer açmaktan öte, popüler kültürü yüceltme yarışı almış başını gidiyor.
Eşitsizlik, adaletsizlik, vicdansızlık sadece bizim ülkemizde değil, dünya politikasında da egemen. “Uygar” bilinen Batı dünyası, işte bu eşitsizliğe ve adaletsizliğe başkaldıran popüler kültür üreticilerini ödüllendirerek adeta, bir vicdan rahatlaması da sağlıyor. Bu ortamda, Bob Dylan’a Nobel ödülü verilmesine pek şaşmamak gerek...

Edebiyat mı, değil mi?
Nobel’e ilişkin farklı görüşler, tartışmalar birbirini izliyor.
Şematik olarak: Karşı çıkanlar “edebiyattan sayılmayacağını” söylüyor. Savunanlar, Homeros’a gidip, “sözlü şiir geleneği”nden söz ediyor.
Türkiye’de büyük sevinçle karşılandı. Bu sonuca çok sevinenlerin kaçı Bob Dylan’ın şiirlerini okudu doğrusu emin değilim. Kimi tutucu görünmemek adına sevindi, kimi de bir arkadaşımın şakayla karışık söylediği gibi “nihayet tanıdık bir isim aldı Nobel’i” diye sevindi... Elbet Orhan Pamuk dışında.
Boş bir tartışma. Nobel kurulu seçimini yapmış. Hiç kuşkunuz olmasın, Bob Dylan da, karşı çıktığı tüm o burjuva ve aristokrat resmi seremoninin tüm gereklerini yerine getirecek. Hem de her saniyesinin tadını çıkararak. Sonra yine fildişi kulesine kapanacak...
Nobel Edebiyat Ödülü açıklamasını ilk duyduğumda, benim içimden geçen tümce şu oldu: “Ah, şimdi o güzelim şiirler eksik kalacak!”
Açıkçası benim için o muhteşem şiirler o müzikle bir bütündü. Şimdi bir yanları iğdiş edilmiş gibi oldu... Şiirler eksik kaldı...
Nereden nereye: Sezen Aksu’nun birkaç yıl önce şarkı sözlerini topladığı kitaba “Eksik Şiir” adını verdiğini düşündüm. Sevgiyle, saygıyla gülümsedim...

Ötekiyle bütünleşmek
Nobel ödüllü edebiyat ve tiyatro adamı, sokaktaki insanın sesi, kocaman yürekli Dario Fo öldü.
Çok kısa bir süre önce Devlet Tiyatrosu’nda oyunlarının yasaklandığını duyunca, “Sanki ikinci kez Nobel kazanmış gibi oldum” demişti!
Dario Fo da popüler kültürün bir parçası ama onun “popülerliği” son gününe dek sokakta, sokaktakiler gibi yaşamaktan, “ötekiyle” bütünleşmekten geliyordu.
Bu sayfalarda daha önce yazılanları tekrarlamayacağım. Önce Füsun Demirel’e sayısız çevirisiyle onu Türkiye’ye tanıttığı için teşekkür edeceğim, sonra bir anımı paylaşacağım...
Dario Fo, çok iyi bir yazar, bir dramaturg, bir yönetmen olduğu denli, muhteşem bir oyuncuydu da. O ve karısı Franca Rame sahneye çıktılar mı, pireyi deve, deveyi kelebek yaparlar; kelebeğin kanat çırpışını umuda, umudu ay ışığına, ay ışığını bir somun ekmeğe dönüştürürlerdi: Bir kibrit çöpüyle okyanusları tutuştururlar, bir damla gözyaşıyla volkanları söndürebilirlerdi. Büyücüydüler!

Düşlerin mimarı
Yıl 1985. Roma’da “Teatro Tenda”dayım. Dev bir çadır tiyatrosu. 2 bin kişi sahnedeki erkek oyuncuya kilitlenmişiz.
Dario Fo, günlük giysiler içinde “Commedia dell’Arte” üzerine ciddi ciddi konferans veriyor. (İtalyanca bilmiyorum ama neden söz ettiğini anlayabiliyorum) Derken... Üzerinde ne bir kostüm ne de şatafatlı maskeler, sadece kendi mimikleri ve elindeki bir bez parçasıyla, ansızın Dario Fo olmaktan çıktı Arlecchino oldu, sonra devlet başkanı oldu, sonra isyancı öğrenci, sonra sayısız tipe dönüştü... Derken temizlikçi kadın girdi sahneye (Franca Rame). Sahneyi ve Dario Fo’yu sahneden süpürdü. Ve sıra bende diyerek attı süpürgeyi elinden, bir kontesle bir fahişenin karşılaşmasını tek başına bize yaşattı.
Dario Fo, elinde kocaman bir sırıkla yeniden sahneye daldığında karşı karşıyaydılar. Biri “bu bir merdivendir” dedi; öteki “hayır bu bir gemi” dedi. Kavga kızıştı. O koca sırık Dario Fo’nun elinde gemi olup okyanuslarda dev dalgalarla çatıştı. Franca Rame sırığı eline geçirdiğinde “gemi”, “merdiven” olup merdiven işlevi görüyordu. Hayır bu sırık bir bayrak direği... Yok yok kocaman bir erkeklik simgesi...
Sahnenin ve dünyanın tüm değişebilirliğini, tüm alternatiflerini, seçeneklerini, bu iki oyuncu gösterdi bana. İki oyuncu her an seyircinin gözbebeklerinden içeri süzülüyor; yine de sanki yalnız ve yalnız benimle konuşuyorlardı. Hiç kuşkum yok, o iki bin kişilik çadırda kime sorsam, “Hayır seninle değil benimle konuşuyorlar” diyecekti...
Sokağın, halkın sesi, ötekilerin kardeşi, düşlerin mimarı... Sahnelerin ve yeryüzünün büyücüsü 3 yıl önce yitirdiği Franca Rame’sine kavuştu. Birlikte ışık içinde uyusunlar...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları