Hikmet Çetinkaya

Demokrasi istemek suç mu?...

30 Ekim 2016 Pazar

Bir mavi akşamın ortasında, derin bir sessizliğin içinde dolaşıyoruz.
Hayatın akışını görüyoruz o anda. Sorun yumağı içinde kayboluyoruz.
Hayatımız darbelerle, darbe girişimleriyle geçti. Demokrasimizi ve özgürlüklerimizi bir türlü gerçekleştiremedik.
12 Eylül bir darbeydi, 28 Şubat darbeci müdahale, 15/16 Temmuz kanlı bir darbe kalkışması.
Ne istedilerse almışlardı 15/16 Temmuz kanlı kalkışmayı yapanlar...
O kanlı kalkışmayı yapanlar bu ülkede yıllarca sivil toplum örgütü olarak görülmüş, dindarlığı kimseye bırakmamış, okullarıyla, şirketleriyle hem Türkiye’de hem yurtdışında büyük itibar görmüştü.
Son 14 yıl içinde o denli büyümüşler, dev adımlarla kuşatmışlardı güzel yurdumu, öyle kandırmışlardı siyasal iktidarı, kendilerinin bir hizmet hareketi olduğunu bütün dünyaya öyle güzel yutturmuşlardı ki, kimse onlara dokunamıyordu.
Mavi bir akşamın ortasında, gece kâbuslarını yaşarken birbirine yapışık evlerden çocuk çığlıkları duyuyorum.
Duygularım paramparça...
Kuytuluklarda rüzgarın uğultusu, yaşamla ölüm arasında o ince çizgi, acımasızlık.
Katliamlar, darbeler, mezhep savaşları, Ortadoğu cehennemi.
Dışarıda inceden bir yağmur...
Hava buz kesiyor.
Douglas Dunn’un dizelerini anımsamaya çalışıyorum:
“Ben sende yaşıyorum, sen bende yaşıyorsun...”
Acaba nasıl yaşıyoruz?
İşkence sonrası Bağdat’ta, Şam’da, Halep’te çöplüklerde bulunmuş ölü insan bedenleriyle mi?
Bedenleri paramparça olmuş ölü çocuklarla mı?
Douglas, bir aşkı, sevdayı yaşıyordu karşılıklı, biz ise ölümü...

***

Bu olup bitenleri, ABD’nin Irak’ı işgalinde Sünni-Şii çatışmasında, vahşetin sınır tanımadığı günleri neden anımsamak istemiyor ve haykırmıyoruz:
“Savaşa, teröre, katliama hayır!”
Görüntüler, fotoğraflar, iç savaştan kaçış...
Tüm bunlar tarihin anımsanmasını zorlaştırıyordu o yıllarda.
Bugün o fotoğraf karelerini, görüntüleri görüyoruz, insanların çaresizliğine gözlerinde tanık oluyoruz.
ABD cephesinin işgal karelerinde Saddam’ın heykelinin başının indirilmesiyle Kerkük-Musul ağırlıklı “tapu, nüfus kayıtlarının” çuvallarla yakılmalarının bugüne uzanan boyutlarını insanlığın unutmaması gerekir.
O acıyı...
Gözyaşını...
Katliamları...
Kirli savaşı, savaşları...
Sonuçta bitmeyen iç savaş, kanlı petrolün önlenemez yükselişine neden oldu. O savaşlar, zengin kuzey dünyasını fırtına gibi kasıp kavuran ekonomik bunalımın tetikçisi.
ABD’nin projesi köktendinci terör örgütlerinin işine yaradı. El Kaide’den IŞİD’e değin uzanan militanların palazlanmasını kolaylaştırdı.
Bölgenin haritasının yeniden çizilmesi Büyük Ortadoğu Projesi, Irak, Libya ve Afganistan’a demokrasi getirileceği tezleri birer kandırmacaydı.
Yiyen yedi bu kandırmacayı...
Arap Baharı, Suriye ve Esad...
Bölge halklarına biçilen rol, ırklarmezhepler her türlü alt kimlik üzerinden iç-bölge savaşlarının kotarılması kaçınılmazdı.

***

Sonuç bugün ortada...
Musul, IŞİD’in kontrolünde, Esad güçleri çoluk çocuk demeden Halep’in kenar semtlerini, köyleri bombalıyor.
Darbeye karşı direnen Türkiye halkı, katliamlar, acı, terör...
Darbeye “hayır”, demokrasiye “evet” derken gerçekten samimi miyiz?
Düşüncelerimizden ötürü zindanlara tıkılmayı hak ediyor muyuz!
Yargının bağımsızlığını savunurken kendi kendimize şu soruyu soruyor muyuz:
“Savcılarımız, yargıçlarımız kararlarını verirken vicdanen rahat mıdır?”
15/16 Temmuz’da FETÖ’cü kanlı kalkışmayı bu halk yendi...
Neden demokrasiyi, temel hak ve özgürlükleri hak etmiyoruz, kazanamıyoruz, demokratik bir toplum olamıyoruz?
Dunn’un dizeleri gibi, “Ben sende yaşıyorum, sen bende yaşıyorsun” ama aşkı değil, savaşları, katliamları...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları