Tersten Sosyoloji

20 Nisan 2014 Pazar

“Kadın garson çalıştırılıyor” diye taşlanan, yakılan meyhaneleriyle anılmaya başlayan Tunceli’nin küçük bir beldesinde belediye başkanlığına bir TKP’linin seçilmiş olması seçimlerin ve Türkiye’nin ne kadar sürprizli bir ülke olduğunu gösteriyor. Tunceli’de AKP’nin pek bir varlık gösteremediğini, seçimlerin CHP ile BDP arasında geçtiğini ve BDP’nin kazandığını da hesaba katarsanız durum daha da ilginçleşecektir.
Tunceli Türkiye genelini temsil etmiyor ama nelerin aynı anda, aynı yerde olabileceğini göstermesi ilginç değil mi?

***

AKP iniş trendindedir ve belki de son zaferini kutluyor. Tehlikeli gidişe engel olabilme şansını yakaladığı için derin bir nefes aldı. Yolsuzluk soruşturmaları nihayet durdurulabilecek, bundan sonrası için olanaklar ölçüsünde oluşturulacak baskı düzeni ve yine olabilirse “ben yaptım oldu” dayatmasıyla “başkan baba”nın her şeye kadir Çankaya’sı ile durum epeyce uzun bir süre için sabitlenebilecektir. Plan budur.
Bu siyaset planlaması ile sosyolojinin bir ilgisi yoktur.

***

Sosyoloji ile siyaset ilişkisini yeniden kurmasında büyük fayda olan CHP için durum aynı değildir. Muhafazakâr bir sosyoloji anlayışı ile kestirme yollarda çıkış arayanlar bu kestirme yolların aslında ideolojik çizgiden sapma, uzaklaşma olduğunu anlamış olabilirler mi? Başlayan tartışmanın gündeminde bu konu da yer alacak mı? Durum ne gösteriyor?
“Ulusalcı” kanat, birbirini anlamayan, aralarında ideolojik politik bir bağ olduğu izlenimini hiçbir şekilde vermeyen solcularla kapışıyor; merkez, “halk muhafazakârsa biz de biraz öyle olalım” şarkısını çalmayı sürdürüyor; bu arada gençler de kapıları kendilerine açılmış “Buyrun işgal edin” denilmiş CHP Genel Merkezi’ni “işgal” ediyor, pardon “occupy” eylemi gerçekleştiriyorlar. Böylece “Başka çaremiz mi var?” ikileminde tutuklu kalmış solcular da yaşlı ve umudu sağdan devşirilen adaylara bağlamış, üstelik modern zamanların “occupy”si ile de çağa ayak uydurmuş CHP’nin kurtuluşunu kutlama ihtimalini sevmeye başlıyorlar.
Peki, bu arada Gül ile Erdoğan arasında başkanlık savaşları, restleşmeleri son hızla sürerken, bir stratejidir, bir hevestir, bir “biz de varız” çıkışıdır olabilecek mi? Soru saçma oldu, özür dilerim.

***

Oy verenleri ve umut bağlayanları ihmal edemediğimiz için solda saydığımız CHP dahil, sol tarafta karamsarlık egemendir bugünlerde. İdris Küçükömer’den mülhem teorilerin gölgesinde düşünenler, kendilerine oy vermeyenlere kendilerini anlatmayı, yani onları değiştirmeyi iş edinmemişlerdir. Devletin kurucu merkez partisi CHP, İnönü zamanında soldan esen rüzgârı çabuk algılamış, bölünmeyi göze alarak ve bölünerek rotayı sola kırmış, “ortanın solu”nu icat etmiş, “tarihsel uzlaşma” yanılgısına kadar süren ve iktidar getiren bir ivme yakalamıştı. İyi de etmişti. Görece demokratik bir seçim sistemi ile parlamentoya giren ve fırtınalar estiren Türkiye İşçi Partisi’ydi CHP’yi sola çeken.
Bugün ise büyük fırsatlara rağmen CHP kurtuluşu dar siyasi pragmatizmde buluyor ve öyle anlaşılıyor ki, eski TİP’le ilgisi olmayan bir başka “İşçi Partisi”nin savunduğu “ulusalcılıkla”, kitleleri değiştirmeyi değil, onlara teslim olmayı siyaset zannedenler arasındaki kavgada kendini hepten yitirecektir.
Peki, siyaseti kamuoyu araştırma kuruluşlarının raporlarında aramayı bırakıp sosyolojiye bir devrimci gibi baksalar daha iyi olmaz mı? Çünkü o sosyoloji, kitlelerin sürekli bir değişim içinde olduğunu, çaresizliklerinin siyasi eğilimlerini belirlediğini ve ama aynı zamanda değişime açık olduklarını gösterir. Siz onlarda bu dinamiği göremiyorsanız; “Ne yapalım yüzde 30 bizim, yüzde 70 onların” masalında kalmışsanız işgal değil, iptal edilseniz ne yazar ki?..  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları