‘Cumhuriyet’ öbür adın ‘dostluk’ olsun!

06 Kasım 2016 Pazar

Şafak vakti yapılan Cumhuriyet operasyonunu duyar duymaz arayan şakacı bir arkadaşım şöyle dedi: “Hemen saçını başını düzelt, iyi bir makyaj yap, alındığında fotoğrafların güzel çıksın!” Hiç güleceğim yoktu ama gülmeye başladım. Alınacaklar listesine beni de eklemişti. Sağ olsun.
Ne olup bittiğini bilmiyoruz ama telefon hiç durmadan çalıyor, Kalkan’daki bir dostum, “Şimdi uçak bileti alıyorum, atla gel” diyor, bir diğeri “İçeride sigaran ve sarı defterlerin benden” diye şimdiden hazırlığa başlamış. Ah anacığım ah, benim içeri girmem o kadar da önemli değil, asıl önemli olan Cumhuriyet gazetesinin kayyım atanarak bitirilmesi.
Ben ki, Cumhuriyet’in kapısından girdiğimde çocuk sayılırdım, şimdi koskoca bir kadınım, biz ne mücadelelerden geçtik, parasız kaldık, benim kredi kartlarıyla oyun oynamam o günlere rastlar, en sevdiklerimiz öldürüldü, o ölümlerin acısı hiç dinmedi. Yıllar geçtikçe daha da attı. Nedir ki bizlerin içeri alınması, aslolan Cumhuriyet gazetesi!
Mümkün olduğu kadar hızlı gazeteme gitmeye çalışıyorum. Kabataş’ta önümde duran ilk taksiye binip, “Şişli’ye Cevahir’in oraya gideceğiz” diyorum. Yaşını başını almış şoför, “Orası biraz karışık ne yapacaksın?” diye soruyor, çok net bir biçimde yanıtlıyorum: “Ben Cumhuriyet gazetesi yazarıyım, gazeteme gidiyorum!” Şoför arkadaş derin bir soluk alıyor, “Tamam gidiyoruz” diyor. Bir süre sonra beni gazeteye en yakın yerde bırakıyor, ben de para uzatıyorum, “Arkadaş o parayı yerine koy” diyor, “sen mağdursun!” Teşekkür edip iniyorum.
Tam da o sırada gene telefon, bu kez gazeteye kızdığı için almaktan vazgeçen, bunu da adeta bana övünerek söyleyen bir başka dostum. “Yahu senden özür dilerim” diye söze başlıyor. “Kendimden, aldığım karardan utanıyorum bunu telafi etmek için de bugünden itibaren 10 gazete alıp mahallenin tüm kahvelerine bırakmaya başlıyorum.” Sadece, “İyi olur” diyebiliyorum.
Neyse gazetenin kapısına geliyorum, yaşlısı genci herkesin elinde bir Cumhuriyet gazetesi, kapıyı bekliyorlar. Birden yıllar öncesine gidiyorum, 12 Eylül öncesine, Cumhuriyet gazetesi taşımanın suç olduğu, insanların sadece Cumhuriyet okudukları için saldırıya uğradıkları zamanlara. O günlerden bir arkadaş, koltuğunda hep bir Cumhuriyet gazetesiyle dolaşırdı, daha sonra gazeteyi ideolojik olarak bozulmuş buldu ve bıraktı hatta bir yemekte benim şahsımda gazeteyi “FETÖ’cü oldu” diye yüksek sesle suçlamıştı. Baktım mahcup mahcup kapının yanında duruyor. Kimseleri mahcup görmeyi sevmem ama ilk kez bu mahcubiyet çok hoşuma gitti. Ah ah bu gazeteyi hep bir şeylerle suçladılar. Gazetenin eski çalışanlarından birinin, Karaburun’da Ütopya toplantısında, beni PKK tetikçisi olarak suçlamasını ve gazeteyi batırdığımızı söylemesi unutulur gibi değil. Yani hayret! Neyse o da mahcup olmuştur umarım.
Gazetede nöbet tutuyoruz, nöbetim bitince evime yollanıyorum ama mahalle kahvemizde bir telaş bir telaş, “Ne oluyor, nasılsınız?” Önce kahvede biraz soluklanıp onların endişelerini yatıştırıyorum. Meğerse iki de bir gidip benim kapıya bakıyorlarmış, herhangi bir durum var mı diye. Sağ olsunlar. O, kahvedeki gazetelerin arasına Cumhuriyet de katılmış. Sevindim. Tam o sırada komşu döşemecim iki koltuğumu getiriyor, iki gün önce konuşmuştuk, elinden gelse ülkeyi terk edip başka bir yerde yeni bir hayat kurmak istiyordu. Ben de böyle düşünmemesi gerektiğini, her şeyin yoluna gireceğini söylemiştim, koltukları yerine yerleştirirken, “Geçmiş olsun abla” diyor, “bak ben haklı çıktım”. Ben de susuyorum.
Bütün bunlar olurken, HDP milletvekilleri ve eşbaşkanları birer birer tutuklanmaya başlıyor. İktidarda AKP varken, “Milletvekilliği dokunulmazlığının kaldırılması sadece onlara yarar demiştik” ama sözümüzü dinleyen olmadı. Umarım onlar da mahcuptur.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Alay ettiler... 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları