Sisyphos işkencesi

25 Kasım 2016 Cuma

Şehrin en kalabalık yerlerinden birinde hızlı adımlarla yürüyorum. Az önce bir zamanlar yasal olarak yayımlanan bir gazeteye destek verdi diye tutuksuz yargılanan bir gazeteci arkadaşımla karşılaşmışım.
Birbirimizin kollarını sıvazlaya sıvazlaya son durumu konuşmuşuz.
İkimiz de dudaklarımızı endişeyle kemire kemire nicedir kanatmışız.
Omuzlarımda, “Güzel şeyler olacak” diyemeden; “Her şey yakında düzelecek, Bu ülkeye bir şey olmaz korkma” diyemeden onun yanından ayrılmanın ağırlığı...
Yürüyorum.
Az sonra aynı suçtan kaçma endişeleri olduğu gerekçesiyle saçma bir şekilde tutuklu yargılanan yazarlar için dayanışma kampanyaları düzenleyen bir başka yazar arkadaşımla buluşacağım.
Ve onunla da dudaklarımızı kemire kemire konuşacağız.
Kâh birbirimizin gözlerinin içine bakıp kâh uzaklara dalacağız.
Bol bol nefessiz kalıp asabi asabi yutkunacağız.
“Güzel şeyler olacak” diyemeden, “Her şey yakında düzelecek” diyemeden, “Bu ülkeye bir şey olmaz korkma” diyemeden, ağırlaştıkça ağırlaşacağız.
Yürüyorum. Bunları düşünüyorum ve hızlı hızlı yeri döver gibi, biraz daha hızlı yürüyebilsem sanki her şey tersine döner gibi...
Yürüyorum.
Etrafımdan şehir kalabalığı akıyor.
Karada kopan kıyametlerin arasında...
Taşmadan, üzerindeki köprüleri yıkmadan, köpürmeden, delirmeden, yatağından çıkmadan...
Sanki her şey olağanmış gibi, sanki huzurlu bir dereymiş ve karada olan bitenler ona hiç değmezmiş gibi akan giden hayata şaşıra şaşıra...
Yürüyorum.
Karşıdan gelen yaşıtım bir kadınla bakışlarımız bir an kesişiyor.
Kadın yanımdan geçip gidecekmiş gibiyken dönüp sesleniyor.
“Siz Cumhuriyet yazarısınız değil mi?”
Tam cevap vereceğim, cevabı beklemeden bana sarılıyor.
Ama nasıl! Tüm gücüyle, tüm içtenliğiyle, sıkıca, dakikalarca...
Sarılıyor ve sarsıla sarsıla ağlıyor; ben de ona sarılıyorum ve usulca ağlıyorum.
Tek bir kelime bile etmiyoruz.
Ülkenin dört bir yanında bizimle aynı endişeleri taşıyan ve artık olan bitenlere tahammül edemeyen ne kadar insan varsa hepsinin hüznü ve öfkesi o birkaç dakikalık kucaklaşmada dev bir kuş oluyor, omuzlarımıza konuyor.
“Ağlamayın” diyorum.
“Siz hep yazın” diyor.
Bir daha kucaklaşıyoruz. Ve başka hiçbir şey konuşmadan ayrı yönlere doğru uzaklaşıyoruz.
Az sonra yazar arkadaşımla buluşacağım.
Cezaevinden gelen ve bir an kalbini yerinden çıkaran, tutuklu yazar arkadaşlarımızın tahliye haberinin asılsız olduğunu henüz öğrenmiş olacak.
Yılmış, yıkılmış, gözünün feri sönmüş... olacak.
Yorulmuş... Çok yorulmuş olacak.
Hayat iki yanımızdan en doğal haliyle akıp gidecek.
Masalarda rakı bardakları tokuşturulacak. Uzaklarda kahkahalar atılacak. Bir yerde bir çocuk ağlayacak. Yan sokakta bir ambulans siren çala çala ortalığı ayağa kaldıracak.
Biz kâh yürüyeceğiz, kâh dans edeceğiz; biz kâh sessizce oturacağız, kâh avaz avaz bağıracağız.
“Tanrı neden kötülüğe müsaade ediyor?” diye soracak kadar aklı olanlar, buldukları cevabı bir türlü doğru anlamlandıramıyorlar diye;
Onları ve Tanrı’yı ve iktidarı anlamaya, her seferinde yeniden anlamlandırmaya ve yeryüzünü onların zulmünden korumanın yollarını bulmaya çalışmak zorunda olduğumuzun lanetli bilinciyle...
Biz devamlı tartışacağız, devamlı anlamaya çalışacağız, yılmadan, devamlı sorular soracağız.
Kendimize de ötekilere de...
Aklını mantığa yoranlara... Korkunç bir Sisyphos* işkencesi bu dünya.

* Yunan mitolojisinde Sisyphos tanrıları kızdırdığı için dev bir kayayı yuvarlayarak yüksek bir dağın tepesine çıkarmakla cezalandırılmış bir ölümlüdür. Tam tepeye vardığında taş yeniden aşağıya yuvarlanır ve Sisyphos sonsuz bir kısırdöngüde aşağı inip tekrar taşı aynı noktaya çıkarmaya çalışır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yanık saraylar 4 Ağustos 2021
Patron çıldırdı 30 Temmuz 2021

Günün Köşe Yazıları